Edebi başarıyı etkileyen nedenlerin ilk
sırasında içine doğmuş olduğunuz aile geliyor. Alkolik, dengesiz, ailesinin
karnını doyurmak konusunda başarısız, mümkünse bencil ya da bunalım içinde bir baba.
Yanında, çocuklarına karşı ya çok ilgisiz ya da aşırı ilgili bir anne gerekli.
Çocukluğunu sıkıcı bir şehirde ya da kırsal bölgede geçirmek de, aşırı tutucu
ya da çocuklar açısından güvenli olmayan bir çevrede yaşamak da yazar adayı
açısından olumlu özellikler.
Eğer bunlara
sahip değilseniz işiniz bir parça zorlaşıyor ama hala imkansız değil. Bir an
önce pişmiş tavuk misali, mümkün olan tüm talihsizlikleri üstünüze çekebilme becerisini
geliştirmelisiniz. Ama, diyelim ki doğuştan şanslı olanlardansanız, hayat size cömert
davranmakta ısrar ediyorsa, kendi şanssızlığınızı kendiniz yaratmayı
mutlaka öğrenmelisiniz. Ayrıca başarısız bir eğitim hayatı o da yoksa
eğitiminiz ne olursa olsun hiç bir işte dikiş tutturamamak ya da tembellik gibi
özellikler yaratıcılığınızı açığa çıkarmak için iyi bir ortam sağlar. Normal
yollardan para kazanamayacağınıza emin olduğunuzda, işte o zaman kalemi ele
almanın zamanıdır. Hikaye ya da şiir yazarak işe koyulabilirsiniz.
İlk
eserlerinizi ortaya çıkardınız ama yayınevlerinden sürekli red cevabımı alıyorsunuz? Umutsuzluğa
kapılmayın deneyebileceğiniz birkaç yol daha var. Şehir ya da ülke değiştirin, para kazanmak
için bir iş bulup kendinizi kovdurun, size uygun olmayan, ömür boyu mutsuzluğu
garantileyen biriyle evlenin ve sonra tekrar yazmayı deneyin.
Bu aşamada
artık eserlerinizden birkaçını yayınlatmayı başarmış olmalısınız. Evet mi? O zaman edebiyattan para kazanmak için yeterli ticari zekaya
sahip olduğunuzdan emin olun ve bunu iyi değerlendirip mümkün olan en fazla parayı
kazanmaya çalışın çünkü yeniden parasız kalmak, yaratıcılığınızı arttırmak ve sonunda
en önemli eserinizi yazabilmek için har vurup harman savuracağınız bu paraya
ihtiyacınız olacak.
Parasızlık
yaratıcılığınız üzerinde olumlu etkiye sahip olsa da ilk görüşte aşık olduğunuz
kişiyle kaçarak bir diğer mutsuz evliliğe adım atmanız, bunalıma girmeniz, hiçbir
fikrinizin olmadığı meslek dallarında kendinizi denemek gibi faaliyetleriniz de
bu dönemde size gerekli olan ilhamı verecektir.
Ve işte
sonunda istediğiniz oldu, çok satan ama daha önemlisi sonraki kuşakları
etkileyecek, edebiyat tarihine geçecek üslubunuzu ortaya koyacak romanlar
yazdınız. Ama işiniz bununla da bitmiyor, şimdi de ününüzü pekiştirmek için
yeterince bencil, depresif, kıskanç, kendini beğenmiş, sansasyon yaratmaya ve
her ortamda kendinizi göstermeye hevesli ve yetenekli olmalısınız.
Kısaca
özetlemeye çalıştığım bu yol haritası hayallerinizdeki yazar tanımına uymuyorsa
ya da abarttığımı düşünüyorsanız Edebiyat profesörü Elliot Engel’in Sel
yayınlarından çıkan Oscar Nasıl Wilde Oldu? adlı kitabına bir göz atmanızı
öneririm.
Elliot,
özellikle yaşamları ve edebi eserleri arasında bağ olduğuna inandığı için
kitabında yer verdiğini söylediği yazarların çok ilginç ayrıntılar içeren hayat
hikayelerini bugünkü şartlarda benzersiz diyebileceğimiz eserlerini, onları
eşsiz kılan özellikleri ile paralel olarak anlatıyor.
Örnek mi? Mesela,
İngiltere’nin kırsal kesiminde oldukça dar bir çevrede büyüyen Jane Austen, edebiyat
macerasına şiirle başlar. 16 yaşındayken
İngiltere tarihini yazma girişiminde bulunur,
23 yaşına geldiğinde ise tamamlanmış üç romana (Sağduyu ve Duyarlılık,
Aşk ve Gurur, Northanger Abbey) sahip bir yazar olmasına rağmen dönemin
şartları gereği bunları bastırma çabasına girmez. Maddi sıkıntı çeken ailesiyle
birlikte romanlarında sıkça duyduğumuz Bath şehrine taşındığında aldığı evlilik
teklifini önce kabul sonrada reddeder. Bu utanç verici ve görgü kurallarına
düşkün dönem kadınından beklenmeyen bir davranıştır. Bir süre sonra babasını
kaybeder. Annesi ve kız kardeşiyle birlikte evsiz kalırlar. Uzun yıllar tek
kelime yazamaz ta ki erkek kardeşi kendisine miras kalan evi onlara
bağışlayıncaya kadar. Yeniden yazmaya başlayan Jane’in, ilk romanı “Bir Hanım”
imzasıyla yayımlanır. Son günlerine kadar üretken bir yazar olan Jane Austen 39
yaşına geldiğinde Addison hastalığına yakalanır ve 41 yaşında hayatını
kaybeder.
Jane’in
hayatı talihsizlik açısından pek fena sayılmasa da Edgar Allan Poe’nun bu konuda
daha yetenekli olduğu aşikar. Elliot,
Poe’yu anlattığı bölüme “Edgar Allan
Poe’nun hayatı derslerde incelediğimiz bütün edebiyatçılardan daha acayip daha
karanlık, çok daha tüyler ürpertici, çok daha acıklı olarak tanımlanabilir.” diyerek başlıyor. Devamında anne unsurunun Poe’nun
hayatı ve eserlerinde nasıl bir yer tuttuğunu görüyoruz. Aşık olduğu kadınlar
konusunda da aynı şanssızlığı sürdüren yazar hayatına giren tüm kadınları
annesininkine benzer hastalıklar yüzünden kaybediyor. 20 yaşında ne bir
akrabası ne de parası olan Poe, yazmak için soğuktan donan parmaklarını mum
ışığında ısıtmak zorunda kalır. Çocukluğunda yaşadığı olaylar nedeniyle
eserlerinin konusunu mezar, ölüm karanlık ve korku temaları oluşturur. Yazdıkları
sürekli reddedilen Poe’nun hayatı, o dönemde pop star muamelesi gören Charles
Dickens’la tanışmasıyla değişir Dickens’dan aldığı ilham -ki hikayesi de çok
ilginç- hiç para kazanamasa da en ünlü şiirlerinden olan Kuzgun’un doğumuna
neden olur. Parasızlık yüzünden hastalığı tedavi edilemeyen karısını kaybeder.
Bugün hemen herkesin bildiği Annabel Lee şiirini onun için yazar. Sonunda
okunan bir yazardır, öyküleri dergilerde basılmaya başlar. Ama ne demiştik, iyi
bir yazar olmak için pişmiş tavuk örneğini unutmamak gerek ve Elliot’un
anlattığı hikaye de buna güzel bir örnek. Poe’ya Amerika’nın en büyük şiir
dergisinde editörlük teklif edilir. New York’a doğru yola çıkar, Baltimore’da
aktarma yapmak için trenden iner. Tesadüfe bakın ki o sırada belediye başkanlığı
seçimleri vardır ve seçimleri kazanmak için sahte oy toplamak isteyen ve bunun
içinde tren garındaki saf tipleri kendilerine kurban seçen bir grubun tuzağına
düşer. Bara davet ettikleri Poe’ya bolca içki içirirler, oyunu kullandırdıktan
sonra da bir köşede bırakırlar. Alkol komasına giren Edgar Allen Poe üç gün
sonra kırk yaşındayken hayatını kaybeder. New York’a asla ulaşamaz.
Elliot Angel,
kitabında Brontë’lerin hayatına da yer vermiş. Daha önce okuduklarımdan biraz
farklı da olsa onların hayatındaki talihsizliklerinde diğer yazarlardan altta
kalır yanı yok.
Şanssızlığın
dozu biraz daha artıyor. Virginia Woolf’un Flush romanından tanıdığımız Browning
çifti kaçarak evlendikleri için dışlanan ve hayatlarını ülkelerinden uzakta
geçirmek zorunda olanlara bir örnek.
Charles
Dickens ise kitapta yer alan ünlü yazarlardan bir diğeri. Oliver Twist, Büyük
Umutlar ya da İki Şehrin Hikayesi’ni bilmeyen yoktur sanırım. Ama Elliot’un
söylediği gibi hayatı romanlarından çok daha ilgi çekici. Heyecanı kaçmasın
diye ayrıntılarını girmek istemiyorum ama kısaca ailesinin müsrifliği yüzünden
küçük yaşa borçlular evinde yaşamak, çok zor işlerde çalışmak ve hayatı kendi
kendine keşfetmek zorunda kalan Dickens edebi yeteneğinin yanında ticari zekası
sayesinde “aynı kitabı aynı okurlara 3 kez satarak” 40 milyon pound kazanmayı başarmış. Bence
üzerinde düşünülmesi gereken bir konu diyerek başka bir yazara geçiyorum.
George Elliot, yani gerçek adıyla Mary Ann
Evans, tutucu çevrede büyüyenlerden. Annesini küçük yaşta kaybettiği için ev
hanımı işlerini o yapmak zorunda kalıyor. Kendi kendine öğrendiği İtalyanca ve
Almanca’dan çevriler yapıyor. Dini inancı nedeniyle roman okumayı bırakıyor ama
bir süre sonra tanıştığı düşünür ve yazarlar çevresinin de etkisiyle
inançlarını sorgulama dönemine geçiyor. Yazdıklarında hayatının bu yıllarının etkisi görülüyor. 37 yaşında ilk
edebiyat denemesini kendi ismiyle satmayacağı için George Elliot ismiyle yayımlatıyor
ama şansa bakın ki Dini Yaşamdan Sahneler ismini taşıyan bu kitabın yazarının
bir kadın olduğu Charles Dickens tarafından anlaşılıp ifşa ediliyor. 40 yaşında
yazdığı Adam Bede ile büyük başarı yakalıyor. Özel hayatı çalkantılarla dolu
olan George Elliot evli bir adamla daha doğrusu karısı tarafından terk edilmesine
rağmen evliliği kağıt üstünde de olsa süren Henry Lewes ile ilişkisi nedeniyle
ailesinden hatta ülkesinden dışlanmış yıllarca Almanya’da yaşamak zorunda
kalmış. George Elliot soğuk algınlığı nedeniyle 61 yaşında hayatını kaybediyor.
Daha iyi
yazmak için kendini yalnızlığa mahkum eden Emily Dickinson; filmlere konu
olacak hayatı bir de kürek mahkumu olmasıyla taçlanan Oscar Wilde; çocukluğu
korkunç ağır işlerde çalışarak geçen, çeşitli işlere girip çıktıktan sonra
nehir kaptanı olma sevdasıyla 3793 km uzunluğundaki Mississippi kıyılarını
öğrenmek için yıllarını harcayan ve sonunda patlayan iç savaş nedeniyle bu
mesleği hiç icra edemeden yeniden işsiz kalan, yazar olarak kullandığı ismi bir
denizci teriminden alan ve Amerikan edebiyatına çığır açan iki önemli armağan veren
Mark Twain.
Tembel babası
ve aşırı hırslı annesi ile kırsal kesimde büyüyen ve tıpkı romanı Adsız Sansız
Bir Jude’un ana karakteri gibi bir süre (oldukça kapalı ve iç karartıcı bir
roman olduğunu düşünmüştüm ama hayatı hakkında bir şeyler öğrenince yeniden
okumam gerektiğini anladım) kilise onarımı işi yapan ve tüm arzusu şiir
yazmakken para kazanmak için romanlara yönelen Thomas Hardy.
İrlanda’nın o
dönemde oldukça yozlaşmış Edinburg şehrinde, annesinin peri masallarıyla
büyüyen, doktor olsa da bir türlü bu işten para kazanamayıp, hasta gelsin diye
beklediği boş ofisinde Sherlock Holmes’ü yaratan sonra da en popüler döneminde
karakterini öldürerek büyük protestoların hedefi olan, oğlunu savaşta kaybeden
ve yaşamının son yıllarında kendini ispritizmaya adayan bu nedenle de alay konusu haline gelen Arthur Conan Doyle.
İçinden
geldiği işçi sınıfını romanlarına taşıyan, yaşamından ve Freud öğretilerinden
hareketle romanlarında cinselliği kullanması nedeniyle sansüre uğrayan D.H
Lawrence.
Ailenin
hayata kalabilen tek çocuğu olduğu için annesinin aşırı ilgisiyle şımartılan, büyüdüğünde
züppeliği nedeniyle çevresinde pek de sevilmeyen, katıldığı birinci dünya
savaşında öleceğinden emin, ün kazanmak için roman yazan, yayınevlerinden
aldığı red cevaplarından sonra geçen parasız döneminin ardından para
kazanmasını sağlayacak ucuz romanlara yönelen ama dünyanın değişen çizgisini
takip edemediğinden gözden düşen ve hayatını 44 yaşında kalp krizi nedeniyle
kaybeden Muhteşem Gatsby’nin yazarı Scott Fiztgerald.
Bir diğer
yazarımız olan Ernest Hemingway, maceraperest ve sert erkek grubuna girer öyle
ki hayatının bir yılını akla gelmeyecek kazalarla, yaralanmalarla geçirmiştir.
Başarısız dört evlilik yapar. Eşlerinden biri onu “kalpsiz, düşüncesiz, bencil,
şımarık nankör, kibirli ve reklam peşinde koşan bir canavar” olarak tanımlar.
Üslup açısından edebiyatta bir devrim yapmıştır. Çanlar Kimin İçin Çalıyor,
İhtiyar Adam ve Deniz gibi eserleriyle, kazandığı ünün keyfini çıkartmaya çalışırken
sağlığı bozulur bu sırada artık yazamadığını da farkeder ve tıpkı babası gibi
intihar eder.
Örnekler
vermeye çalıştığım kitapta Robert Frost, Geoffrey Chaucer ve tabi ki Shakespeare
‘de yer veren Elliot Engel, edebiyat tarihini göz önüne alarak bana kalırsa iki
ilginç saptamada da bulunmuş. Birincisi Amerikalı ve İngiliz erkek yazarların babalarının genelde “dirayetsiz” ve “hiçbir
meziyetleri olmayan” adamlar olduğu buna karşılık kadın yazarlarınsa genelde
hastalıklı babalarından kurtulmaya çalışmak gibi ortak özellikleri olduğu yönünde.
İkinci olarak da “ bazı dönemlerin 20-30 yıl boyunca doğan kişileri
kendilerinden sonrakilere miras kalacak önemli yapıtlar bırakmamışken sonraki
on yıl boyunca bütün edebiyat devleri bir arada çıkar” diyor ve iki dönemi
örnek veriyor. Viktorya dönemi yazarlarından Dickens, Thackeray, Trollope,
Charlotte Brontë, Emily Brontë ve George Elliot’un birbirini takip eden yıllar
içinde doğduğunu söylüyor. Aynı durum yirminci yüzyılın başlarında da yaşanmış
ve Hemingway, Faulkner, Eugene O’Neill, Fitzgerald bir yıl arayla doğmuş ve
yine uzun bir süre bunlara yaklaşacak yazarlar dünyaya gelmemiş. Ne diyelim umarım daha fazla beklemeyiz.
Merhabalar,
YanıtlaSilNe zaman Oscar Wilde ile karşılaşsam, aklıma Ziya Paşa'nın: "Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" beyiti gelir. Alışageldiğimiz mantık sistemini beliğ vecizeleriyle (bana lükslerimi verin, ihtiyaçlarım olmadan da yaşarım... vs gibi) sorgulayan Dorian Gray'in Potresi'nin yazarı gönül rahatlığıyla - kanaatimce- dahi olarak nitelendirilebilir. Yazınızda en çok duygulandığım nokta, Edgar Allan Poe'nun hayatının anlatıldığı yer oldu. Hele çok sevdiğim Annabel Lee adlı şiirin zaten hüzünlü olan içeriğine, bir de şiirin dramatik, tahammülfersa hikâyesi eklenince büsbütün kederlendim. Sefalet, hastalık, parasızlık, ölüm... Güzel bir yazı, yüreğinize sağlık.
Merhaba, Yorumunuz için çok teşekkürler
YanıtlaSil