reklam 1

Anne Brontë etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne Brontë etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2010 Salı

“Agnes Grey”, Anne Brontë

"...Onun söylediklerini bir bir tekrarlamayışım sözlerinin okuyucuyu beni etkilediği kadar etkilemeyeceğini düşündüğümden; yoksa unuttuğumdan değil. Hayır, o sözleri pek iyi hatırlıyorum; çünkü o gün akşama kadar, daha sonraki günlerde de kim bilir kaç defa bunları düşündüm durdum! Çoğu kere sesini en ince tonlarına kadar hatırlıyor, koyu renk gözlerinin her pırıltısını, sevimli, belirsiz gülümsemesini hiç unutamıyordum. Korkarım ki, böyle bir itiraf size pek tuhaf gelecek, ama zararı yok: Ben gene de yazdım. Bunları okuyanlar yazarını tanımayacaklar ki." (Agnes Grey)

Yıllarca ihmal ettiğim kadın yazarların romanlarını okumaya başlamam sadece
bir iki yıllık bir süreç olmasına rağmen onlarla birlikte bambaşka bir dünyaya girdiğimi söylersem sanırım abartmış olmam. Özellikle de benim gibi biraz mecburiyetten biraz da alışkanlıktan ihmal etmişseniz kadınlara ait her romanı yeni bir keşif duygusuyla okumaya başlıyorsunuz. İşte Agnes Grey’de bu romanlardan. Yazarı Anne Brontë, ünlü Brontë kardeşlerin en küçüğü.

Anne Brontë, ilk romanı Agnes Grey’i 1847’de Acton Bell takma adıyla yirmi yedi yaşında yayımlamış. Jane Eyre’den önce yazıldığı halde yayıncının mali sorunları yüzünden ondan iki ay sonra basılabilmiş Agnes Grey ve böylece Anne Brontë, sıradan bir kadın kahramanı anlatıcı olarak kullanan ilk yazar olma ünvanını kardeşi Charlotte’a kaptırmış. Yazıldığı dönemde iyi satış rakamlarına ulaşsa da Emily’nin Uğultulu Tepeleri ve Charlotte’un Jane Eyre’i kadar ses getirmemiş. İçlerinde ablasının da bulunduğu birkaç eleştirmen tarafından Jane Austen’e benzetilerek sıradan ve tutkusuz olmakla suçlanmış. Bu konuda kesinlikle Charlotte’a katılmadığımı söylemem gerek. Jane Eyre ve Uğultulu Tepelerde kullanılan romantik ve gotik unsurlara yer vermediği için romanı tutkusuz olarak adlandırmak büyük haksızlık olur çünkü bambaşka bir şey var Agnes Grey’de. O, ne Jane gibi kurnaz ne de Cathy gibi ne yardan vazgeçerim ne serden diyenlerden, romanda da ne gaipten gelen sesler ne de hayaletler var. Diğer Brontë romanlarından çok daha sade, içten ve gerçekçi olması bir yana Jane Eyre ve Uğultulu Tepeler’i okurken aklıma sıkça gelen ...ee tutku tamamda onun kaynağı olması gereken aşk nerde? sorusunun cevabını veriyor Agnes Grey. Tabii ki romanda sadece aşk yok. Anne Brontë, kahramanı Agnes’la mürebbiye olarak yaşadığı zorlukları anlatırken, Viktorya döneminde, soylu kadınların hayatlarını, onlardan neler beklendiğini, vermek zorunda oldukları evlilik kararını ne şartlar altında ve hangi yönde aldıklarını da, çizdiği Rosalie karakteriyle göstermiş. Yazarın, büyük oranda kendi hayatından esinlenerek, içinde yaşadığı toplum için duyduğu kaygılarını ve eleştirilerini ön plana çıkarttığı bir roman Agnes Grey.