Hava
biraz soğudu mu demiştim?? Her zamanki gibi erken konuşmuşum. Buz
gibi esen rüzgarın -bir nevi fırtına da diyebiliriz- günler
sonra hız kesmesiyle nihayet burnumu dışarı çıkarmaya cesaret
edebildim. Gerçi şikayetim yok. İstanbul'a gidip dört duvar
arasına kapanınca bu soğuk günleri bile çok arayacağımı
biliyorum.
Esaret
günlerimi, listemdeki ikinci kitabı tekrar okurken, altını
çizdiğim satırları bir kez de fosforlu kalemle boyayıp, altını
çizmediğim satırların da altını çizerek geçirdim. İçerik
açısından ciltler dolduracak bir kitabı 127 sayfaya sığdırabilen
Hayatın Anlamı'nın yazarı Terry Eagleton, bizde de çok sayıda
kitabı yayımlanan edebiyat eleştirmeni ve düşünür.
Eagleton,
“Hayatın anlamı nedir sorusu hakiki bir soru mudur?” diyerek
başladığı kitabında Wittgenstein'dan Shakespeare'e,
Nietzsche'den pek sevgili Schopenhauer'a, Beckett'in oyunlarından
Freud'un bilinçdışına renkli bir geçişle, bir miktar felsefe,
az biraz edebiyat ve bolca ironi eşliğinde Hayatın Anlamını
araştırıyor.
Peki
nedir hayatın anlamı? Belki Nietzsche'nin iddia ettiği gibi
hayatın anlamı o kadar korkutucudur ki yaşamaya devam edebilmek
için yanılsamalara ihtiyaç duyuyor ve bir kurmacanın içinde
yaşıyoruzdur. Ya da belki Modernistlerin söylediği gibi
varlığımızın hiçbir anlamı, amacı, hatta gereği yoktur.
Hayat, Hegel'in söylediği gibi bize anlamsız, yanlış gelse bile
aslında “görkemli bir tasarım”ın parçası olabilir ya da
Eagleton'un “nemrut” olarak tanımladığı Schopenhauer'ın
dediği gibi varoluşumuz, İstenç'in, bile, isteye kaotik ve
anlamsız yarattığı bir durumdur öyle ki biz ”.. hayatlarımızın
bir değeri ve amacı olduğunu düşünebiliriz; ama hakikat şudur
ki yalnızca İstenç'in kendini yeniden ürettiği kör ve sonuçsuz
sürecin zavallı araçlarıyızdır”. Wittgenstein'a göre eğer
hayatın anlamı diye bir şey varsa bu “ne bir giz ne de çözüm”
olabilir. Freud ise hayatın anlamını ölümde bulur. Nihayet “Eğer
anlam insanın meydana getirdiği bir şeyse dünyanın kendi içinde
anlamlı ya da anlamsız olacağını nasıl umabiliriz?” diyen
Postmodernistlere bakacak olursak “anlam” zaten kendi içinde
epey problemlidir.
“(...)belki de hayatın hepsi de geçerli olan, farklı ve bazıları karşılıklı olarak çelişen birtakım amaçları vardır. Veya hayat belki zaman zaman amacını aynen bizim yaptığımız gibi değiştiriyordur. (... )Peki ya hayatın aslında bir amacı varsa ve o bizim kendi tasarılarımıza aykırıysa?
Ya
da
“Peki ya hayatın bir anlamı varsa ama onu bilmemek bizim için daha uygunsa? Hayatın anlamını bulmayı, gerçekleştirmeye değer bir şey gibi düşünmeye eğilimliyiz, ama ya bu bir hataysa? Veya gerçek, bizi taşlaştıran bir ucubeden başka bir şey değilse?”
Tabi
ki sadece düşünürlerin değil biz fanilerin de söz hakkı var
Hayatın Anlamı üzerinde. Biz de hayatın anlamı nedir sorusu
karşısında ilk aklımıza gelenleri sıralar, mutluluk, aşk,
sevgi, başarı, güç vs gibi pek çok cevap verebiliriz. Ama
Eagleton'ın tezlerini okuduktan sonra bu kavramlar üzerine bir kez
daha düşünmek gerektiğini anladım. Ayrıca takıntılı olduğum
“Hayatın anlamı tüccarları” ve “(...)doğru tekniklerle bir
ay gibi kısa bir sürede anlamsızlıktan sıyrılmanızı garanti”
eden “ruhani masörler” hakkında da şahane fikirleri var
yazarımızın. Eee ne de olsa aklın yolu bir!
Aslına
bakarsanız kitapta altı çizilmedik, fosforlu sarıyla boyanmadık
cümle bırakmadığımdan haliyle buraya da yazmak istediğim milyon
tane şey var ama daha fazla uzatmadan, bence bu kitabı kaçırmayın
diyerek Eagleton'nun cümleleriyle bitireyim;
“Sonuçta,
bir insanın hayatın anlamını niye bilmek “istemesi”
gerektiği sorusunu daima sorabiliriz. İnsanlar hayatın anlamını
bilmenin daha iyi bir hayat sürmelerine yardımcı olacağından
emin midir? Ne de olsa insanlar, bu sırra ermeden de mükemmel
biçimde hayatlarını sürdürdü. Veya belki öteden beri bunu
bilmeksizin hayatın sırrına vakıftılar. Belki de hayatın
anlamı nefes alıp vermek kadar basit ve farkında olmaksızın şu
anda yapmakta olduğum bir şeydir. Peki ya saklı olması bir yana
gözümüzün önünde olduğu için anlaşılmazsa? Hayatın anlamı
belki peşine düşülen bir amaç ya da dibi taranan bir gerçeklik
yığını değil, yaşamak ediminin ta kendisinde ya da belli bir
yaşam tarzında dile gelen şeydir. Sonuçta bir anlatının
anlamı, onun yalnızca sonu ya da gayesi değil anlatının kendi
sürecidir."