reklam 1

12 Aralık 2012 Çarşamba

121212


epeydir yazmadım daha doğrusu yazamadım. içime dert oldu, noluyosa. sanki bekleyenim var sanki söz vermişim. suçluluk içinde kıvranıp durdum.   yazamadım, yazmadım derken bir yıl geçmiş ben tek gönderiyle kalmışım. blogumun üçüncü yılı da böyle geçmiş gitmiş. eh sağlık olsun önümüzdeki günlere bakalım. 
eğer 21. 12 yi sağ salim atlatırsak ki kendisi aynı zamanda benim doğum günümdür, daha bir enerjik ve çalışkan olup, geçen yıl alıp bir köşede biriktirdiğim, arada bir kapaklarını okşayıp sevdiğim kitapları okumaya azimliyim. hadi bakalım bana kolay gelsin... 

5 Ağustos 2012 Pazar

Oscar Nasıl Wilde Oldu?- Elliot Engel




















Yüzyıllar sonra bile okunan, dahi olarak anılan bir yazar olmak hiç kolay değilse de yeteneğiniz konusunda emin olduğunuz halde bir türlü istediğiniz sonuçları alamıyorsanız  yaşamınızdaki bazı konuları gözden geçirmenizde fayda var derim. 

 Edebi başarıyı etkileyen nedenlerin ilk sırasında içine doğmuş olduğunuz aile geliyor. Alkolik, dengesiz, ailesinin karnını doyurmak konusunda başarısız,  mümkünse bencil ya da bunalım içinde bir baba. Yanında, çocuklarına karşı ya çok ilgisiz ya da aşırı ilgili bir anne gerekli. 

Çocukluğunu sıkıcı bir şehirde ya da kırsal bölgede geçirmek de, aşırı tutucu ya da çocuklar açısından güvenli olmayan bir çevrede yaşamak da yazar adayı açısından olumlu özellikler. 

Eğer bunlara sahip değilseniz işiniz bir parça zorlaşıyor ama hala imkansız değil. Bir an önce pişmiş tavuk misali, mümkün olan tüm talihsizlikleri üstünüze çekebilme becerisini geliştirmelisiniz. Ama, diyelim ki doğuştan şanslı olanlardansanız, hayat size cömert davranmakta ısrar ediyorsa, kendi şanssızlığınızı kendiniz yaratmayı mutlaka öğrenmelisiniz. Ayrıca başarısız bir eğitim hayatı o da yoksa eğitiminiz ne olursa olsun hiç bir işte dikiş tutturamamak ya da tembellik gibi özellikler yaratıcılığınızı açığa çıkarmak için iyi bir ortam sağlar. Normal yollardan para kazanamayacağınıza emin olduğunuzda, işte o zaman kalemi ele almanın zamanıdır. Hikaye ya da şiir yazarak işe koyulabilirsiniz.  
  
İlk eserlerinizi ortaya çıkardınız ama yayınevlerinden sürekli red cevabımı alıyorsunuz? Umutsuzluğa kapılmayın deneyebileceğiniz birkaç yol daha var.  Şehir ya da ülke değiştirin, para kazanmak için bir iş bulup kendinizi kovdurun, size uygun olmayan, ömür boyu mutsuzluğu garantileyen biriyle evlenin ve sonra tekrar yazmayı deneyin. 

Bu aşamada artık eserlerinizden birkaçını yayınlatmayı başarmış olmalısınız.  Evet mi? O zaman edebiyattan  para kazanmak için yeterli ticari zekaya sahip olduğunuzdan emin olun ve bunu iyi değerlendirip mümkün olan en fazla parayı kazanmaya çalışın çünkü yeniden parasız kalmak, yaratıcılığınızı arttırmak ve sonunda en önemli eserinizi yazabilmek için har vurup harman savuracağınız bu paraya ihtiyacınız olacak. 

Parasızlık yaratıcılığınız üzerinde olumlu etkiye sahip olsa da ilk görüşte aşık olduğunuz kişiyle kaçarak bir diğer mutsuz evliliğe adım atmanız, bunalıma girmeniz, hiçbir fikrinizin olmadığı meslek dallarında kendinizi denemek gibi faaliyetleriniz de bu dönemde size gerekli olan ilhamı verecektir. 

Ve işte sonunda istediğiniz oldu, çok satan ama daha önemlisi sonraki kuşakları etkileyecek, edebiyat tarihine geçecek üslubunuzu ortaya koyacak romanlar yazdınız. Ama işiniz bununla da bitmiyor, şimdi de ününüzü pekiştirmek için yeterince bencil, depresif, kıskanç, kendini beğenmiş, sansasyon yaratmaya ve her ortamda kendinizi göstermeye hevesli ve yetenekli olmalısınız. 

Kısaca özetlemeye çalıştığım bu yol haritası hayallerinizdeki yazar tanımına uymuyorsa ya da abarttığımı düşünüyorsanız Edebiyat profesörü Elliot Engel’in Sel yayınlarından çıkan Oscar Nasıl Wilde Oldu? adlı kitabına bir göz atmanızı öneririm. 

Elliot, özellikle yaşamları ve edebi eserleri arasında bağ olduğuna inandığı için kitabında yer verdiğini söylediği yazarların çok ilginç ayrıntılar içeren hayat hikayelerini bugünkü şartlarda benzersiz diyebileceğimiz eserlerini, onları eşsiz kılan özellikleri ile paralel olarak anlatıyor.

Örnek mi? Mesela, İngiltere’nin kırsal kesiminde oldukça dar bir çevrede büyüyen Jane Austen, edebiyat macerasına şiirle başlar. 16 yaşındayken İngiltere tarihini yazma girişiminde bulunur,  23 yaşına geldiğinde ise tamamlanmış üç romana (Sağduyu ve Duyarlılık, Aşk ve Gurur, Northanger Abbey) sahip bir yazar olmasına rağmen dönemin şartları gereği bunları bastırma çabasına girmez. Maddi sıkıntı çeken ailesiyle birlikte romanlarında sıkça duyduğumuz Bath şehrine taşındığında aldığı evlilik teklifini önce kabul sonrada reddeder. Bu utanç verici ve görgü kurallarına düşkün dönem kadınından beklenmeyen bir davranıştır. Bir süre sonra babasını kaybeder. Annesi ve kız kardeşiyle birlikte evsiz kalırlar. Uzun yıllar tek kelime yazamaz ta ki erkek kardeşi kendisine miras kalan evi onlara bağışlayıncaya kadar. Yeniden yazmaya başlayan Jane’in, ilk romanı “Bir Hanım” imzasıyla yayımlanır. Son günlerine kadar üretken bir yazar olan Jane Austen 39 yaşına geldiğinde Addison hastalığına yakalanır ve 41 yaşında hayatını kaybeder. 

Jane’in hayatı talihsizlik açısından pek fena sayılmasa da Edgar Allan Poe’nun bu konuda daha yetenekli olduğu aşikar.  Elliot, Poe’yu anlattığı bölüme  “Edgar Allan Poe’nun hayatı derslerde incelediğimiz bütün edebiyatçılardan daha acayip daha karanlık, çok daha tüyler ürpertici, çok daha acıklı olarak tanımlanabilir.”  diyerek başlıyor. Devamında anne unsurunun Poe’nun hayatı ve eserlerinde nasıl bir yer tuttuğunu görüyoruz. Aşık olduğu kadınlar konusunda da aynı şanssızlığı sürdüren yazar hayatına giren tüm kadınları annesininkine benzer hastalıklar yüzünden kaybediyor. 20 yaşında ne bir akrabası ne de parası olan Poe, yazmak için soğuktan donan parmaklarını mum ışığında ısıtmak zorunda kalır. Çocukluğunda yaşadığı olaylar nedeniyle eserlerinin konusunu mezar, ölüm karanlık ve korku temaları oluşturur. Yazdıkları sürekli reddedilen Poe’nun hayatı, o dönemde pop star muamelesi gören Charles Dickens’la tanışmasıyla değişir Dickens’dan aldığı ilham -ki hikayesi de çok ilginç- hiç para kazanamasa da en ünlü şiirlerinden olan Kuzgun’un doğumuna neden olur. Parasızlık yüzünden hastalığı tedavi edilemeyen karısını kaybeder. Bugün hemen herkesin bildiği Annabel Lee şiirini onun için yazar. Sonunda okunan bir yazardır, öyküleri dergilerde basılmaya başlar. Ama ne demiştik, iyi bir yazar olmak için pişmiş tavuk örneğini unutmamak gerek ve Elliot’un anlattığı hikaye de buna güzel bir örnek. Poe’ya  Amerika’nın en büyük şiir dergisinde editörlük teklif edilir. New York’a doğru yola çıkar, Baltimore’da aktarma yapmak için trenden iner. Tesadüfe bakın ki o sırada belediye başkanlığı seçimleri vardır ve seçimleri kazanmak için sahte oy toplamak isteyen ve bunun içinde tren garındaki saf tipleri kendilerine kurban seçen bir grubun tuzağına düşer. Bara davet ettikleri Poe’ya bolca içki içirirler, oyunu kullandırdıktan sonra da bir köşede bırakırlar. Alkol komasına giren Edgar Allen Poe üç gün sonra kırk yaşındayken hayatını kaybeder. New York’a asla ulaşamaz.  

Elliot Angel, kitabında Brontë’lerin hayatına da yer vermiş. Daha önce okuduklarımdan biraz farklı da olsa onların hayatındaki talihsizliklerinde diğer yazarlardan altta kalır yanı yok.  

Şanssızlığın dozu biraz daha artıyor. Virginia Woolf’un Flush romanından tanıdığımız Browning çifti kaçarak evlendikleri için dışlanan ve hayatlarını ülkelerinden uzakta geçirmek zorunda olanlara bir örnek. 

Charles Dickens ise kitapta yer alan ünlü yazarlardan bir diğeri. Oliver Twist, Büyük Umutlar ya da İki Şehrin Hikayesi’ni bilmeyen yoktur sanırım. Ama Elliot’un söylediği gibi hayatı romanlarından çok daha ilgi çekici. Heyecanı kaçmasın diye ayrıntılarını girmek istemiyorum ama kısaca ailesinin müsrifliği yüzünden küçük yaşa borçlular evinde yaşamak, çok zor işlerde çalışmak ve hayatı kendi kendine keşfetmek zorunda kalan Dickens edebi yeteneğinin yanında ticari zekası sayesinde “aynı kitabı aynı okurlara 3 kez satarak”  40 milyon pound kazanmayı başarmış. Bence üzerinde düşünülmesi gereken bir konu diyerek başka bir yazara geçiyorum. 

George Elliot, yani gerçek adıyla Mary Ann Evans, tutucu çevrede büyüyenlerden. Annesini küçük yaşta kaybettiği için ev hanımı işlerini o yapmak zorunda kalıyor. Kendi kendine öğrendiği İtalyanca ve Almanca’dan çevriler yapıyor. Dini inancı nedeniyle roman okumayı bırakıyor ama bir süre sonra tanıştığı düşünür ve yazarlar çevresinin de etkisiyle inançlarını sorgulama dönemine geçiyor. Yazdıklarında hayatının bu  yıllarının etkisi görülüyor. 37 yaşında ilk edebiyat denemesini kendi ismiyle satmayacağı için George Elliot ismiyle yayımlatıyor ama şansa bakın ki Dini Yaşamdan Sahneler ismini taşıyan bu kitabın yazarının bir kadın olduğu Charles Dickens tarafından anlaşılıp ifşa ediliyor. 40 yaşında yazdığı Adam Bede ile büyük başarı yakalıyor. Özel hayatı çalkantılarla dolu olan George Elliot evli bir adamla daha doğrusu karısı tarafından terk edilmesine rağmen evliliği kağıt üstünde de olsa süren Henry Lewes ile ilişkisi nedeniyle ailesinden hatta ülkesinden dışlanmış yıllarca Almanya’da yaşamak zorunda kalmış. George Elliot soğuk algınlığı nedeniyle 61 yaşında hayatını kaybediyor. 

Daha iyi yazmak için kendini yalnızlığa mahkum eden Emily Dickinson; filmlere konu olacak hayatı bir de kürek mahkumu olmasıyla taçlanan Oscar Wilde; çocukluğu korkunç ağır işlerde çalışarak geçen, çeşitli işlere girip çıktıktan sonra nehir kaptanı olma sevdasıyla 3793 km uzunluğundaki Mississippi kıyılarını öğrenmek için yıllarını harcayan ve sonunda patlayan iç savaş nedeniyle bu mesleği hiç icra edemeden yeniden işsiz kalan, yazar olarak kullandığı ismi bir denizci teriminden alan ve Amerikan edebiyatına çığır açan iki önemli armağan veren Mark Twain. 

Tembel babası ve aşırı hırslı annesi ile kırsal kesimde büyüyen ve tıpkı romanı Adsız Sansız Bir Jude’un ana karakteri gibi bir süre (oldukça kapalı ve iç karartıcı bir roman olduğunu düşünmüştüm ama hayatı hakkında bir şeyler öğrenince yeniden okumam gerektiğini anladım) kilise onarımı işi yapan ve tüm arzusu şiir yazmakken para kazanmak için romanlara yönelen Thomas Hardy.  

İrlanda’nın o dönemde oldukça yozlaşmış Edinburg şehrinde, annesinin peri masallarıyla büyüyen, doktor olsa da bir türlü bu işten para kazanamayıp, hasta gelsin diye beklediği boş ofisinde Sherlock Holmes’ü yaratan sonra da en popüler döneminde karakterini öldürerek büyük protestoların hedefi olan, oğlunu savaşta kaybeden ve yaşamının son yıllarında kendini ispritizmaya adayan bu nedenle de  alay konusu haline gelen Arthur Conan Doyle

İçinden geldiği işçi sınıfını romanlarına taşıyan, yaşamından ve Freud öğretilerinden hareketle romanlarında cinselliği kullanması nedeniyle sansüre uğrayan D.H Lawrence

Ailenin hayata kalabilen tek çocuğu olduğu için annesinin aşırı ilgisiyle şımartılan, büyüdüğünde züppeliği nedeniyle çevresinde pek de sevilmeyen, katıldığı birinci dünya savaşında öleceğinden emin, ün kazanmak için roman yazan, yayınevlerinden aldığı red cevaplarından sonra geçen parasız döneminin ardından para kazanmasını sağlayacak ucuz romanlara yönelen ama dünyanın değişen çizgisini takip edemediğinden gözden düşen ve hayatını 44 yaşında kalp krizi nedeniyle kaybeden Muhteşem Gatsby’nin yazarı Scott Fiztgerald

Bir diğer yazarımız olan Ernest Hemingway, maceraperest ve sert erkek grubuna girer öyle ki hayatının bir yılını akla gelmeyecek kazalarla, yaralanmalarla geçirmiştir. Başarısız dört evlilik yapar. Eşlerinden biri onu “kalpsiz, düşüncesiz, bencil, şımarık nankör, kibirli ve reklam peşinde koşan bir canavar” olarak tanımlar. Üslup açısından edebiyatta bir devrim yapmıştır. Çanlar Kimin İçin Çalıyor, İhtiyar Adam ve Deniz gibi eserleriyle, kazandığı ünün keyfini çıkartmaya çalışırken sağlığı bozulur bu sırada artık yazamadığını da farkeder ve tıpkı babası gibi intihar eder.

Örnekler vermeye çalıştığım kitapta Robert Frost, Geoffrey Chaucer ve tabi ki Shakespeare ‘de yer veren Elliot Engel, edebiyat tarihini göz önüne alarak bana kalırsa iki ilginç saptamada da bulunmuş. Birincisi Amerikalı ve İngiliz erkek yazarların  babalarının genelde “dirayetsiz” ve “hiçbir meziyetleri olmayan” adamlar olduğu buna karşılık kadın yazarlarınsa genelde hastalıklı babalarından kurtulmaya çalışmak gibi ortak özellikleri olduğu yönünde.

İkinci olarak da “ bazı dönemlerin 20-30 yıl boyunca doğan kişileri kendilerinden sonrakilere miras kalacak önemli yapıtlar bırakmamışken sonraki on yıl boyunca bütün edebiyat devleri bir arada çıkar” diyor ve iki dönemi örnek veriyor. Viktorya dönemi yazarlarından Dickens, Thackeray, Trollope, Charlotte Brontë, Emily Brontë ve George Elliot’un birbirini takip eden yıllar içinde doğduğunu söylüyor. Aynı durum yirminci yüzyılın başlarında da yaşanmış ve Hemingway, Faulkner, Eugene O’Neill, Fitzgerald bir yıl arayla doğmuş ve yine uzun bir süre bunlara yaklaşacak yazarlar dünyaya gelmemiş. Ne diyelim umarım daha fazla beklemeyiz.