Zeynep Kaçar, Kabuk |
Zeynep Kaçar ilk romanı Kabuk'ta bir
ailenin üç kuşaktan kadınlarının, Sabiha, Sezin ve Füsun'un,
Saliha ve Efsun'un hikayesini anlatıyor. Edebiyatın “deli kadın”
karakterleri arasına yenilerini ekleyen roman, aslında sıra dışı
olanın şu dünyada aklı başında kalabilmek olduğunu
hatırlatıyor. Yazarın samimi dili, çok yerinde tespitleriyle
feminist damarımızı kabartırken, kabuğun içindekine ise büyük
bir incelikle dokunuyor.
Romanın karakterleri, terk edip giden
eşin, babanın, kardeşin, kaybedilen gençliğin, güzelliğin,
evladın, annenin ve hayatın yokluğunu kaçarak, inkar edip bazen
de unutarak, yerlerine bambaşka şeyler koyup, o kocaman boşlukları
kapatmaya çalışırken, kendi kendileriyle, aile, birey, kadın
olmayı ve hayatı sorguladıkları bir kavgaya girişiyor. Hikaye,
Sabiha, Sezin ve Füsun'un birbirini tamamlayan anlatılarıyla
ilerlerken her birini çevreleyen kabukların içinde, o kabuktan çok
daha sert olan çekirdeklerin farkına varıyoruz.
Aile kavramı Kabuk'ta tartışılan temalar arasında ön plana çıkıyor. Reklamlarda gördüğümüz mutlu
aile tablosu Sezin'in cümleleriyle sıkı bir eleştiriye uğruyor. Peki ya sıradan
olmak, sıradan, “normal” bir ailede, “ortalama bir dünyada”
büyümek? Tabi eğer öyle bir şey varsa? Hayatı daha kolay bir
hale getirir miydi? -Bana kalırsa hiçbir aile sıradan değildir ve
içindeki kadın nüfusu az çok delirtir ya neyse- o zaman tam
olunabilir miydi? Erkek karakterlerin pek bir varlık gösteremediği romanda, birbirlerini yargılayan, yaralayan ama aynı zamanda besleyen, sarıp sarmalayan, iyileştiren kadınlardan, anneanneler, teyzeler, kuzenler, arkadaşlar, hatta komşu teyzelerden oluşan aile ise gayet tanıdık ve sahip olduğumuz gerçek aile gibi görünüyor.
“Kadın olmak ölümcül” “...daha
on beşinde anlamak ve bilmek ve çılgınca bilmek asla ve asla
istediğin kişi olamayacağını, istediğinle öpüşemeyeceğini,
istediğin işler, istediğin hayatlar ve istediğin koşular
ormanda, hayvanlar gibi özgür ve hayvanlar gibi kendiliğinden
olmayacak olmayacak hep susturulacak hep içe atılacak hep dibe
gömülecek daha da dibe, sonsuz bir unutkanlığa teslim olacak
kendin olmalar ve yavaş yavaş ve ama korkunç bir şiddetle
dönüşülecek başka bir bene, başka birine, herkesin öyle olmanı
istediği, herkesin belirlediği, zamanın, ülkenin, komşu
ülkelerin, kendi konu komşunun, annenin, babanın, masalların,
ders kitaplarının ve senden önce doğup büyümüş kendi olamamış
tüm kadınların, onlarla şekillenmek, onlarla yeni bir ben
yaratmak...”