reklam 1

17 Eylül 2017 Pazar

Kabuk; Zeynep Kaçar

Zeynep Kaçar, Kabuk

Zeynep Kaçar ilk romanı Kabuk'ta bir ailenin üç kuşaktan kadınlarının, Sabiha, Sezin ve Füsun'un, Saliha ve Efsun'un hikayesini anlatıyor. Edebiyatın “deli kadın” karakterleri arasına yenilerini ekleyen roman, aslında sıra dışı olanın şu dünyada aklı başında kalabilmek olduğunu hatırlatıyor. Yazarın samimi dili, çok yerinde tespitleriyle feminist damarımızı kabartırken, kabuğun içindekine ise büyük bir incelikle dokunuyor.

Romanın karakterleri, terk edip giden eşin, babanın, kardeşin, kaybedilen gençliğin, güzelliğin, evladın, annenin ve hayatın yokluğunu kaçarak, inkar edip bazen de unutarak, yerlerine bambaşka şeyler koyup, o kocaman boşlukları kapatmaya çalışırken, kendi kendileriyle, aile, birey, kadın olmayı ve hayatı sorguladıkları bir kavgaya girişiyor. Hikaye, Sabiha, Sezin ve Füsun'un birbirini tamamlayan anlatılarıyla ilerlerken her birini çevreleyen kabukların içinde, o kabuktan çok daha sert olan çekirdeklerin farkına varıyoruz.

Aile kavramı Kabuk'ta tartışılan temalar arasında ön plana çıkıyor. Reklamlarda gördüğümüz mutlu aile tablosu Sezin'in cümleleriyle sıkı bir eleştiriye uğruyor. Peki ya sıradan olmak, sıradan, “normal” bir ailede, “ortalama bir dünyada” büyümek? Tabi eğer öyle bir şey varsa? Hayatı daha kolay bir hale getirir miydi? -Bana kalırsa hiçbir aile sıradan değildir ve içindeki kadın nüfusu az çok delirtir ya neyse- o zaman tam olunabilir miydi? Erkek karakterlerin pek bir varlık gösteremediği romanda, birbirlerini yargılayan, yaralayan ama aynı zamanda besleyen, sarıp sarmalayan, iyileştiren kadınlardan, anneanneler, teyzeler, kuzenler, arkadaşlar,  hatta komşu teyzelerden oluşan aile ise gayet tanıdık ve sahip olduğumuz gerçek aile gibi görünüyor.

“Kadın olmak ölümcül” “...daha on beşinde anlamak ve bilmek ve çılgınca bilmek asla ve asla istediğin kişi olamayacağını, istediğinle öpüşemeyeceğini, istediğin işler, istediğin hayatlar ve istediğin koşular ormanda, hayvanlar gibi özgür ve hayvanlar gibi kendiliğinden olmayacak olmayacak hep susturulacak hep içe atılacak hep dibe gömülecek daha da dibe, sonsuz bir unutkanlığa teslim olacak kendin olmalar ve yavaş yavaş ve ama korkunç bir şiddetle dönüşülecek başka bir bene, başka birine, herkesin öyle olmanı istediği, herkesin belirlediği, zamanın, ülkenin, komşu ülkelerin, kendi konu komşunun, annenin, babanın, masalların, ders kitaplarının ve senden önce doğup büyümüş kendi olamamış tüm kadınların, onlarla şekillenmek, onlarla yeni bir ben yaratmak...”