reklam 1

25 Aralık 2020 Cuma

2020 En'ler Listesi 1;


2020, karanlığın içinde dönüp duran küçük mavi küremiz için hiç de iyi bir sene olmadı diye cümleye başlayıp, onun yaşını ve başından geçenlerin bir kısmını şöyle bir aklımdan geçirince, yıl içinde yaşadıklarımızın dünya için denizde su damlası, uzayda toz zerresi olduğunu fark etmem saniyeler sürdü. İnsan yay burcu olunca kendine acımanın bile tadını çıkartamıyor. Yine de hiç beklemediğimiz şekilde hayatlarımız değişti, binlerce insanı  kaybetmenin üzüntüsünü hep birlikte yaşıyoruz, dünyanın değil ama kendi jenerasyonumuzun tarihinde belki de ilk kez gezegenin üstündeki her insan aynı anda aynı korkuyu ve üzüntüyü hissediyor. Seni hiç sevmedik 2020!

Ben de altı aydır evimden, kitaplarımdan uzaktayım. Kitaplarımın güzel fotoğraflarını çekemediğimden yeni hobimi fotoğrafladım. Eve kapandığımız dönemde başladığım çiziktirme, boyama işleri, çöpten adam bile çizemeyen benim gibi biri için yeniden ilkokula başlamak gibi oldu. Boyalar, fırçalar, kağıtlar o kadar çok çeşit var ve hepsi o kadar güzel ki.... Kısacası biraz kafanızı dağıtmak isterseniz neden olmasın. 

Konuya dönersem; bu yıl her ne kadar öncekilerden az da olsa ve yine bloga yazamasam da güzel kitaplar okudum. Aslında belki de bilinçsizce ama gayet isabetli bir şekilde daha önceleri okumaktan çekindiğim kitaplara sarıldığımı fark ettim. Bence çok da iyi yapmışım. Ve yıl bitmeden bazılarını blogumda paylaşmadan geçip gitmek istemedim. Ve işte 2020 yılının enleri; 

Nutuk; Mustafa Kemal Atatürk

“Dünyada, ulusun bağrında özgür bir birey olmak kadar büyük bir mutluluk var mıdır? Gerçekleri bilen, kalp ve vicdanında manevi ve kutsal zevklerden başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk 

İlk sırada Nutuk var. Kurtuluş savaşımızı, milli mücadeleyi, Atamızın sesinden, kaleminden okuyup, onun ifade yeteneğine, anlatım gücüne hayran kalmamak mümkün değil. Sonuna kadar büyük bir merak ve heyecanla okudum. Sadece düşman ordularıyla değil, nasıl bir inanç ve çalışmayla, insan üstü bir çabayla, sadece vatana ve özgürlüğe olan sevgisine dayanarak yola çıkıp, her adımı planlayarak, tüm o boşvermişlik, ihanet, cehalet, bencillik ve kıskançlıklara karşı mücadelesini görmek, yepyeni bir devlet kurmasını onunla birlikte deneyimlemek paha biçilemezdi. Haldun Taner'in, Atatürk'ün  Galatasaray lisesini ziyaretini anlattığı hikayesinde söylediği gibi “kandırılamayan, aldatılamayan, bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan” bir insan olduğuna Nutuk'ta bir kez daha tanık oldum. Yukarıdaki cümlesini çok sevdim, bana son yıllarındaki fotoğraflarını hatırlatıyor, denizde yüzerken, salıncakta sallanırken, Ülkü'yle yürürken, öğrencilerle birlikte sıralarda otururken.. Eseriyle gurur duyan, vicdanı rahat bir insan gibi mutlu, huzurlu ve dilediği gibi özgür...

Bugün İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümü olduğu için bir ekleme yapmak istiyorum. Atatürk,  Lozan konferansı sırasında İsmet Paşa'nın dönemin hükümetinin içinde yer alan bazı kişilerin kıskançlıklarıyla da mücadelesini anlatırken aralarındaki yazışmaları şöyle aktarıyor; 

“İsmet Paşa, bu telgrafıma cevap verdi. İsmet Paşa'nın ıstırabının derecesini gösteren bu cevabı, aynı zamanda temiz kalpliliğini içtenliğini ve özellikle alçakgönüllülüğünü de gösteren bir belge olduğu için, aynen bilgilerinize sunuyorum: 

Lozan, 20.7.1923

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim. 

İsmet”


Moby Dick; Herman Melville


“Kim olursanız olun, kafatasınızı değil, bel kemiğinizi yoklamak isterim. Cılız bir bel kemiği, hiçbir zaman büyük ve soylu bir ruhu ayakta tutamaz. Benim dünyaya açtığım bayrağın, sağlam ve sarsılmaz direğidir belkemiğim, övünürüm onunla.”

Yine bir cesaret okuduğum kitaplardan Moby Dick, edebiyat tarihinin en iyi ilk cümlesine sahip eserleri arasında gösteriliyor. Gerçi Nutuk, edebi bir yapıt sayılsaydı açılış cümlesiyle hepsinin önüne geçerdi ama Moby Dick de bu açıdan etkileyici bir başlangıç yapıyor. Herman Melville, küçük yaşta hayatın zorluklarıyla karşılaşıp, çalışmaya başlamak zorunda kalmış. 15 yaşında çeşitli işlere girip çıktıktan sonra 18'inde bir gemide iş bulmuş. Ve denizden kopamamış, bu yıllarını anlatan kitaplar yazmış. Malesef yazar olarak geçimini sağlayamadığı için gümrük müfettişi olarak çalışmış. Asıl ününü ise ölümünden yıllar sonra kazanmış.

Romanın sadece bir balina ve onun peşindeki  gözü dönmüş kaptanla ilgili olmadığını kısa sürede anlıyorsunuz. Ayrıca Melville'in gayet orijinal fikirleri, çıkarımları olan zeki bir adam olması da 800 sayfanın bir çırpıda akıp geçmesini sağlıyor. Tasvir gücü, kelimelerle çizdiği resimlerin canlılığı, eğlenceli anlatımı, balina türleri ve yapıları bölümlerini bile kendimi de şaşırtarak keyifle okumamı sağladı. 

“Ahab hiçbir şey göremiyordu denizde. Ama diplere, gittikçe daha derinlere bakarken, birden ta aşağılardan, beyaz, diri bir lekenin akıllara durgunluk veren bir hızla yukarıya doğru çıktığını gördü. Önce bir fare kadar küçük olan bu leke, büyüdü, gittikçe büyüdü ve tersine döndü sonunda, işte o zaman, dibi görülmez enginin üstünde, iki sıra, çengel çengel bembeyaz diş seçilir oldu: Moby Dick'in açık ağzı, çarpık çenesiydi bu. Hayal meyal görülen kocaman gövdesi, mavi sulara karışıyordu hala. Canavarın ışıldayan ağzı, sandalın altında, mermer bir mezar ağzı gibi açıldı.”  


Ölümcül Yumurtalar ve Usta ile Margarita; Mihail Bulgakov

1891'de doğan Mihail Bulgakov, Kiev üniversitesinde tıp öğrenimi almış. Köyüne dönüp burada doktor olarak çalışmış ve “Genç Bir Doktorun Mektupları” altında topladığı öyküler yazmış. 30'lu yaşlarında ise yazar olmayı aklına koymuş ve yola çıkmış. Tiyatro oyunları yazmış, oyunculuk yapmış, gazetelerde çalışmış. Ama Stalin döneminde yaşayan Bulgakov'un eserleri ya tartışmalara neden olup tiyatrodan dışlanmış ya da ölümünden sonrasına kadar basılmamış. Çok acı çekmiş ama kendinden hiç ödün vermeden çalışmayı sürdürmüş. Sinema için uyarlamalar, opera besteleri için sözler yazmış. Usta ve Margarita'nın önsözünün yazarı arkadaşı Sergey Yermolinski, Bulgakov'un bugün çok işimize yarayacak bir fikrini de anekdot olarak eklemiş. Bulgakov,  arkadaşının köpeğini her okşayışından sonra gidip ellerini yıkıyormuş. Yermolinski bu durumu biraz alayla karşılayınca da “Hayatını tehdit eden görünmez düşmanlarını silahsız bırakmak için her insan biraz doktor olmalıdır”. “Polis şefi olsam pasaportları kaldırır, yerine idrar tahlilini zorunlu kılardım” demiş. Sizce de müthiş bir fikir değil mi? 

Ölümcül Yumurtalar, okuduğum ilk Bulgakov kitabıydı. Profesör Persikov'un hikayesini, hiciv türünün şahane bir örneği olan kitabı yazarken Bulgakov'un da çok eğlendiğine eminim. 1920'lerde geçen roman, birdenbire ortaya çıkan bir salgınla ölen tavukların ardından durumu kurtarmaya çalışan yetkililer ve bu sırada tesadüfi bir keşif yapan profesörün başından geçenleri anlatıyor. Ben de çok eğlenerek ve tabiki ibret alarak okudum. Ama özellikle anlatımının canlılığına bayıldım ve sonrasında hemen ikinci romanına başladım. 

10 yılda yazdığı Usta ve Margarita, yine içinde bol miktarda hiciv, taşlama olmasında rağmen farklı tarzda bir roman. İki anlatı okuyoruz. Bir bölümde 1920'lerin Moskova'sında, tiyatro çevresinde dönen ve şehri etkisine alan fantastik olaylar, diğer bölümde ise İsa'yı yargılamak için Kudüs'e gelen Roma valisi Pilatus'un hikayesi ilerliyor. İki bambaşka zaman dilimi arasında geçiş yapıyorsunuz, 2000 yıl öncesini yazdığı bölümler yazarın yeteneğine hayran bırakan bir gerçekçiliğe sahipken, 1920'lerin Moskova'sı akıl almaz olayların sahnesi haline geliyor. 

Ben diğer romanlarını da listeme ekledim, henüz okumadıysanız Bulgakov'u kaçırmamanızı öneririm.


17 Aralık 2020 Perşembe

Kağıt Ev, Carlos Maria Dominguez



Merhaba, artık uzun süredir yazamadım diye başlamaya bile utandığım, bloguma bir türlü dönemediğim bir anda canım arkadaşım kırmadı, benim de okuyup çok sevdiğim bir roman hakkında yazdığı çok güzel ve içten düşüncelerini paylaşmama izin verdi. Eveeett bir konuk yazarım var artık. Kendisi tanıdığım en tutkulu kitap severlerden, hızına yetişemediğim ve itiraf edeyim çok da kıskandığım, kitap konuşmaktan müthiş keyif aldığım dostlarımdandır ve umarım bu ilk yazısından sonra Burçinciğim ve başka bir arkadaşım da -ki o kendini biliyor-burada sık sık misafirim olurlar. Sizi çok seviyorum kızlar :)

"Benim için bir nefes mutluluk kitaplarım, gerçekten soluk alıp verdiğim, kalp atışlarımı dinlediğim, dertleştiğim, dostlarım...

Heyecanla eve gelip başına oturduğum harflerden, kelimelerden, hikayelerinden içten yolculuklara çıktığım, şehirler, ülkeler gezdiğim, türlü insanlar tanıdığım dünyalarım. 

Küçük dünyanın büyük aynaları, ormana, ağaca, kuşa, doğaya, gökyüzüne, Tanrı'ya bakan pencereleri. Beni bana yansıtan, anlatan cümleleri sırları, efsaneleri, kurguları, karakterleri, yazarları...

Kağıt Ev'de okudukça sevdiğim, içinde “beni” yeniden keşfettiğim harika bir kısa kitap.

Kitaplardan örülen bir dünya, bir ev ve kitabını aşkı için arayan bir kitapsever, kitap tutkunu...

“Kütüphane zamana açılan bir kapıdır.” (Borges)

“Arabayı bir ağacın altına park ettim ve elimde kitapla otlar ve çiçeklerle bezeli, kimsenin açmayı başaramayacağı mühürlü, dikdörtgen, sert kapaklı, her biri kendi hikayesini taşıyan ve toprağın neminde gizli kalmayı arzulayan kitaplar misali duran mezarların arasında yürüdüm."

Burçin