“Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.” Ecclesiastes
Bir
süredir istediğim kadar kitap okuyamamanın verdiği sıkıntının
üzerine bir de İskenderiye kütüphanesinin yakılıp yıkıldığı,
Hypatia'nın öldürüldüğü Agora'yı izledikten sonra ilk
girdiğim kitapçıdan elimde Ray Bradbury'nin kült romanı
Fahrenheit 451 ile çıktım. Ütopya ya da fantastik edebiyata pek
de düşkün olmadığımdan yolumun bir türlü kesişmediği
romanlardan biriydi Fahrenheit 451. Ama işte her şeyin olduğu gibi
onun da bir zamanı varmış.
Ray Bradbury 1953'de yazdığı romanında aslında bugün bize hiç de ütopik gibi gelmeyen bir dünya çiziyor. Kahramanımız (her anlamda) Guy Montag, kitap yakmakla görevli bir itfaiyeci. İlk sayfalarda yaptığı işten oldukça hoşnut olan Montag, komşu eve taşınan genç bir kızla aralarında geçen sohbetler sayesinde bir tür aydınlanma yaşıyor. Mutsuz olduğunun dahası etrafında hiç kimsenin de mutlu olmadığının, yaşadığı sahte dünyanın farkına varmaya başlıyor. Kitap bulunduğu ihbar edilen bir eve gittiğindeyse ipler tamamen kopuyor. Ev sahibi yaşlı kadının kitaplarını terk etmemesi ve yanan evinden çıkmaması Montag'ın merakını evden bir kitap çalacak kadar tırmandırıyor. Bundan sonra sessiz kalmak, yaşadığı dünyanın kurallarını kabul edip hayatına devam etmek Montag için imkansız hale geliyor.
Özellikle
ekranlardan gözlerimizi ayıramadığımız, içeriğin niteliğinden
çok niceliğine önem verilen, eğlencenin her şeyin önüne
geçtiği, gündüz kuşağı, yarışma programları ve reklam
çılgınlığıyla dolu yaşantımızda bir de kitap okumanın yasak
olduğunu ve bulundukları yerde yakılarak yok edildiğini ekleyin.
Düşüncesi bile canımızı acıtıyor ama Fahrenheit 451 bana
kalırsa ütopya olmanın ötesine çoktan geçti bile. Bugün
çoğumuzun şikayet ettiği şeyin bir adım sonrasında neler
olabileceği romanda itfaiye şefi Beatty'nin sözleriyle ortaya
çıkıyor.
“Devletten tepeden inme bir şekilde gelmedi bunlar. Ne baskı, ne uyarı ne sansür, başlangıçta hiçbiri yoktu, hayır. Bu oyunu, teknoloji, kitlelerin sömürüsü, azınlıkların baskısı devam ettirdi, Tanrıya şükür. Bugün, bunların sayesinde, her zaman mutlu kalabileceğin için, çizgi roman kitaplarını, eski iyi itirafları ve ticaret mecmualarını okuma özgürlüğün var.”
Neil
Gaiman'ın kitabın sonuna eklenen nefis yazısında söylediği gibi
“...bu kitap umursamakla ilgili. Kitaplar için yazılmış bir aşk
mektubu...” umursamayı bıraktığımız anda başımıza
gelecekler için bir uyarı. Ray Bradbury ise her şeye rağmen
ümidini kaybetmiyor. Tarih boyunca insanlığın tıpkı bir Anka
Kuşu gibi küllerinden yeniden ve yeniden doğduğunu söyleyen
yazarın hepimizin çok ihtiyacı olduğunu düşündüğüm bir de
tavsiyesi var;
“Gözlerini merakla doldur ve sanki on saniye sonra ölecekmişsin gibi yaşa. Dünyayı gör. Fabrikalarda yapılan veya parası ödenen herhangi bir rüyadan daha muhteşemdir.”