reklam 1

5 Kasım 2010 Cuma

Karanlıkta Kahkaha, Vladimir Nabokov













“Bir zamanlar, Almanya’nın Berlin kentinde Albinus adında bir adam yaşardı. Zengindi, saygındı, mutluydu; günün birinde gencecik bir metres uğruna karısını terketti; sevdi, sevilmedi; ve yaşamı felaketle son buldu.”
cümleleriyle başlayan roman hakkında daha fazla spoiler vermeden ne söylenebilir ki? İnsan neden okur sonunu bildiği bir romanı? Çünkü
bu cümlelerin devamında Nabokov’un yazdığı gibi;“...her ne kadar bir insan yaşamının özeti, yosunla çerçevelenmiş olarak, bir mezar taşının üstüne kolayca sığarsa da, ayrıntılar her zaman hoşa gider.” Ve böyle bir girişten sonra, okuyucu (yani ben), gayet orijinal bir yazarla karşı karşıya olduğunu sezer ve sayfalar ilerledikçe bunun sadece bir başlangıç olduğunu anlar. 

Nabokov bir türlü cesaret edip de okuyamadığım yazarlar listemdeydi. On yıllar sonra üşengeçliğimi yenip gittiğim Tüyap’da  gıcır gıcır, fırından yeni  çıkmış gibi duran kitaplarına rastlayınca, arka kapaktaki -“Nabokov’un insan yalnızlığı konusundaki en soğuk romanlardan biridir”- yoruma rağmen, ismine bakıp, belki de komiktir diyerek aldım Karanlıkta Kahkaha'yı. Ve, hani derler ya  “bir solukta” okuduktan sonra Nabokov romanlarının hepsini  toplayıp eve getirmediğime pişman oldum.  

Evet, Karanlıkta Kahkaha okuduğum en soğuk romanlardan, Nabokov ise en acımasız yazarlardan biri. Bol bol eleştirilen Flaubert bile Emma’ya bu kadar kötü davranmamış, arada bir şefkat göstermişken, Nabokov, ne kendisi yaklaşıyor karakterlerine ne de sizin onlarla duygusal bağ kurmanıza izin veriyor. Karakterlerinin hiç birini sevmiyor, nefret etmiyor  ya da acımıyorsunuz çünkü yazarda onlara karşı bu türden hisler beslemiyor. Ola ki birine acımaya başladınız, hemen onunla dalga geçiyor; zeki ve dolayısıyla çekici karakter rezil biçimde kötü, iyi olan beceriksiz ve saf  görünüyor.  Ayrıca garip biçimde romanın geneline hakim olan bir tür duygu eksikliği fark ediliyor. Sadece karakterlerle değil anlatım diliyle de, onların hislerine, aradaki mesafeyi kapatacak kadar yani gerektiğinden fazla yoğunlaşmanıza engel oluyor.

İnsanoğlunun çelişkilerini, zayıflıklarını, kötülüğünü bir bir  ortaya dökerken parantez içi yorumlarla da sadece izleyici olduğunuzu hatırlatıyor, sizi hikâyenin dışında bırakarak tarafsızlığınızı korumaya zorluyor. Belki de, Nabokov’un, karakterlerin ne hissettiğinden çok ne düşündüklerini gösteren bu tavrı  romanı böyle ironik, acımasız ve eğlenceli yapıyor.  

Henüz diğer romanlarını okumadım ama sanırım Nabokov kendi edebiyat anlayışını  ve romandaki soğukluğun altında yatan düşünceyi, karakterleri aracılığıyla ortaya koyuyor. Meselâ Albinus, bir sohbet sırasında yazar Conrad’ın romanlarını;

Büyük, evrensel bir yazar olmamasının tek sebebi-...- toplumsal sorunları göz ardı etmesi, dikkate almaması. Oysa müthiş toplumsal değişimlerin yaşandığı çağımızda bu, utanç verici, hatta günah sayılabilecek bir şey”  

cümleleriyle eleştirirken, romanlar üstüne tartıştıkları bölümde, Conrad’ın, kendi romanlarını;

“Bir edebiyat hemen hemen yalnızca Yaşam’dan ve Yaşamlar’dan besleniyorsa, ölmeye yüz tutmuş demektir. Freud’a bağlı kalan romanlardan ya da sakin kır yaşamını resmeden romanlardan hiç hazzetmiyorum”

diyerek savunması Karanlıkta Kahkaha’nın psikolojiden ve toplumsal devinimden uzak yapısının nedenini açıklıyor.  

Ayrıca Nabokov’un yaşamı da, onun bu romanındaki karakterlerin birden fazlasıyla arasında benzerlikler olabileceği ihtimalini akla getiriyor. Varlıklı, aristokrat bir aileden gelen, iyi eğitimli, kültürlü yazarımız, hayatın gerçeklerinden nasibini almamış, kendi kozasında yaşayan ama bulunduğu çevrenin ahlaki değerlerine uygun düşmeyen tutkulara sahip sanat eleştirmeni Albinus karakteriyle, kendisinin de bir parçası olduğu değerler sistemini gülünç duruma düşürüyor. Sanat çevresine karşı alaycı, küçümseyici olan Rex karakteri ise romanın daha doğrusu yazarının anlatı boyunca sergilediği tarza çok yakın olduğundan ister istemez Nabokov’un bu topluluğa bakışı hakkında tahmin yürütmenize sebep oluyor.  

Karanlıkta Kahkaha, önce Rusça olarak Kamera Obskura adıyla yayımlanmış, sonraki yıllarda bir parça değiştirilerek yine Nabokov tarafından İngilizceye çevrilmiş. Bizde ise İletişim yayınlarından çıkan son baskısının gayet akıcı ve keyifli çevirisini Pınar Kür yapmış (ama belki bisiklet didonu yerine gidonu, ahçı yerine aşçı kelimesi kullanılsa daha iyi olurmuş). Daha çok ona ün kazandıran Lolita romanıyla tanınan Nabokov,  sayamadığım kadar çok roman, şiir, eleştiri yazmış. Zooloji eğitimi alan yazar kelebek uzmanı olmasıyla ve satranç bilmecelerine ilgisiyle ünlüymüş. 1899’da Rusyada başlayan hayatı, İngiltere, Almanya ve Amerika’dan sonra yerleştiği İsviçre’de 1977 yılında sona ermiş.

Sonuç olarak, yazarın en popüler romanlarından değilse de, okunası, gülünesi ve ibret alınası bir eser olan Karanlıkta Kahkaha’yı, her kitaba böyle ilgi göstermeyen kedicim Şeker de şiddetle tavsiye ediyor.

1 yorum:

  1. arkadaşım yeni yazıların olursa altlarına pdf bulabilirsen koyabilir misin?

    YanıtlaSil