De Maistre, yataktan, koltuğa, kitaplık ve çalışma masasından duvarında asılı resimlere yaptığı seyahati boyunca hem bu nesnelerin pek de aklımıza gelmeyen yönlerini anlatıyor hem de onların çağrıştırdığı düşünceleri izliyor. Aynalar mesela ya da pembe-mavi bir yatak örtüsü, sevgilinin resmi, pencereden görünen yıldızlar, bir terlik, her biri yazarımızı bambaşka dünyalara, fikirlere götürmeye yetiyor. Denemeler yazmaya girişirken, koltuğunda ya da bir merdivenin tepesinde, evrenin işleyişi, insanın bir ruh ve bir hayvandan oluştuğu hakkında fikirler üretirken, Vesta rahibesini yeniden hayata döndürürken, kitaplarını ya da resimlerini anlatırken çok keyifli bir gezi olanağı sunuyor.
Susan Sontag, Odamda Seyahat için “şimdiye kadar yazılmış en canlı, en orjinal otobiyografik anlatılardan birisidir” demiş. Ama kitap otobiyografik özelliklerinin yanısıra etrafımızdaki şeylere, yaşama açık bir algıyla bakmanın ne büyük bir fark yaratacağının da kanıtı. Algının kapıları açıldığında, etrafımızı kuşatan nesnelere farklı bir gözle bakmaya başladığımızda derin düşüncenin nasıl geliştiğini, nerelere götürdüğünü izlemek, ne kadar çok şeye alışkanlığın gözüyle baktığımızı, sıradan olanla yeni olanın, bizim için farklı olanın, sadece bakış açımızdan kaynaklandığını farketmek için yeterli. Ne demişler, “Herşey içimizde”.