reklam 1

2 Mart 2011 Çarşamba

Yasak kardeşim ya-saaakk!

Hala blogunu görebilen şanslı azınlıktanım galiba.(şimdi duyarlar Ahaa! burayı unutmuşuz derler falan) neyse her ihtimale karşı şuraya da http://ewelzamanicinde.wordpress.com/ yerleştim. Ama kusura bakmayın. Ortalık fena dağınık. Yeni ev hali işte :)
 
Hayır anlamadığım ben bile yapabiliyosam herkes yapar. Digiturk neyi engelledi ya da engelleyeceğini sandı da böyle garip bir olaya imza atarak itibarını iki paralık etmeyi göze aldı. Diyelim ki daha fazla kazanma hırsı. Şirketler vatana-millete faydam dokunsun diye kurulmaz sonuçta. Ama biraz da mantık olur ne biliyim. Abonelerin teker teker kaçıyorsa -ki onlardan biriyim- biraz düşün bu olayın tek sorumlusu blogların maç yayını yapması mı? Hayır tabiki!! 

Mesela birkaç yıl önce Digiturk yayını aldık. Açıyoruz TV’yi, yayın kesik. Neymiş efendim kanaldan kaynaklıymış. Tüm kanallar mı kapalı? Elimizde kumanda habire yeniden kanal yüklüyoruz banamısın demiyor. Tv’yle mücadele etmekten yorgun düşüp erkenden uykuya. Ertesi gün açılıyor, eh bir iki gün idare ediyor sonra Taaakk! Yine gidiveriyor. Keyfine göre yani. Ama bu arada faturaları falan düzenli ödüyoruz kesmesinler yayınımızı diye. Hayır kesse nolcak zaten izleyemiyoruz ki. Neyse sonra servis meselesi oldu. Garantisi dolmamış bu verdikleri aletin. Servisi çağırdık. Geldi. Baktı. Bu bozuk dedi. O kadarını bizde anladık. Şimdi napıcaz. Değiştiririz. Ücretsiz. İyi değiştirin tabi zaten garantisi dolmadı. Yani yeni makina ücretsiz ama servis ücretli. 20 lira falan. Tamam napalım. Parasını verip hiç izlememekten daha iyi. Eh bir süre idare ettik. Sonra yine aynı sorun. Yine elde kumanda uğraş dur. Zaten sinirliyim, zaten aynı filmleri görmekten, gülme efektli dizilerden bıktım, zaten bütün gün izlemiyorum. Akşamdan akşama. Böyle sinir harbi yaşamak için de o kadar para vermek saçmalık. Başka bi sürü şey var sinirlenmek için hem de bedava. Şimdi, durum böyle böyle desek, servis gelse yine bozulmuş diycek. Değiştircek. Bide onlara yeniden ödeme yapıcaz. Velhasıl ben bu digiturk’u kapattırırım dedim. Aradım. Kapatın. İstemiyorum. Niye kapatalım, kapatmayalım. Anlattım şikâyetlerimi. Pek de şaşırıp üzüldüler diyemem. Durum gayet normal heralde. 

Ben: Kapatmak istiyorum. Anten kurucam. Ordan izliycem. Hatta izlemiycem. Soğuttunuz beni Tv’den de herşeyden de. 

Ses: O zaman şöyle yapalım. Kapatalım yani fatura ödemeyin ama kart sizde kalsın.

Ağustosa kadar mı, ağustosta mı ne hediye kullanım vericeklermiş. Yeni kanallar gelcekmiş. Onları görüp öyle karar verecekmişim. Sonra hala istemezseniz arkadaşlar gelip kartınızı alırlar.  

Niye italik bu cümle? Çünkü çok önemli! Ne kadar ısrar etsem de Digiturk’ü kapattıramadım. İstemiyorum. Zaten başka bir servise geçtim. Ordan izliycem. Onlar gelip kurulum yapıcaklar. Kabloları değiştircekler. Arada Digiturk izleyip sizin yeni kanallarınızı göremem zaten görmeye çalıştığımda da göremiyodum. Gelip alsınlar kartı falan dedim dinletemedim. Kartı iade edemedim.  

Aradan zaman geçti. Ben mutlu, yeni tv’im mutlu, yaşayıp gittik. Basıyorum düğmeye açılıyo. Basıyorum kapanıyo. Ortalık süt liman. Sinir minir yok. 

Sonra naaptım. Yaz geldi, tatile gittim. Aradan birkaç hafta geçti ki telefona bir sms. 

Kartınızı şu tarihe kadar en yakın servise iade etmezseniz kart bedeli kadar TL size faturalanacak! 

Hani gelip alacaklardı? Hoş gelip alacak olsalar evde kimse de yok. Yani var ama sadece akşamları. İnsanlar çalışıyo tabi. Aradım bunları, dinletemedim. Telefondaki ses nuh diyo başka bir şey demiyo. Yahu tatildeyim. Nası geliyim. İstemiyorum dedim kalsın dediniz. Almak istemediniz. Ne zaman alacağınızı söylemediniz. Yok anlatamıyorum, anlasa da umursamıyo. Peki kart bedeli ne kadar? Kesin bişey söylemiyo. Şununla bunun arası bir şey. Nası kötü konuşuyo anlatamam sanki kartlarını vermek istememişim gibi. Öküz öldü ortalık bozuldu hikâyesi. Yollarımız ayrıldı ya. İnsanlar sevgilileriyle kavga edip ayrılıyo yine de görünce bi hal hatır soruyo falan. Belki yine gelirdim. Hiç sanmıyorum ama hadi bi daha deneyelim derdim ne biliyim, en azından iki yıllık bi münasebetimiz var. Müşteri düşmanı bunlar. Neyse başka bir nedenle tatili yarıda kesip eve dönmem gerekti. Hemen ertesi gün aradım. Nerde bu servis? Bilmem nerenin arkasında, bilmem nerenin yanında. Oooo, nası bulucam ben orayı?

Yüz kişiye sordum. Bilmem nerenin yanı dedikleri yer küçücük bir bakkalcık. Arada bul. Evet buldum. Ama yarım gün uğraştım. Kartı iade ettim. Hemen kontrol ettiler çalışıyomu diye. Siz gelip almıyomusunuz dedim boş boş baktı bana. Pekiii, iyi çalışmalar size. 

Konuyu baya uzattım ama işte bu kadar. Elini ver, kolunu kaptır şirketler listeme, garanti bankası, turkcell ve yapıkrediden sonra digiturk’ü de ekledim.  Onlar hep haklı, ben hep haksız. Hatta ben haklı da olsam "yapacak bişeyleri yok malesef". Garip bi durum.

Neyse gelelim blog olayına. Dedim ya hemen geçtim wordpress’e. Bir hevesle başladığım küçücük blogumun tüm yazılarını tek tuşla aktardım. Evet şimdilik düzensiz ve çirkin görünüyo ama onu da hallederim. Sorunumuz bu değil.

Sorunumuz Digiturk’ün gayet etik bir durumla karşı karşıya olduğunu farketmemesi ya da bunu umursamaması. Kâr payları ve çıkarları ile hizmet sattığı toplumun üyelerine zarar vermek arasında bir seçim yapması gerektiğinde kısa günün kârı deyip böyle saçma sapan bir olaya sebep olması, sonra da açıklama yapıp bloggerlara üzgün olduğunu ama yapacak başka bir şey olmadığını söylemesi. (en azından telefondaki sesten daha kibar bir tavırla). Ama durumu umursamaması daha büyük ihtimal çünkü o da gayet iyi biliyor ki biz alışığız, bizim sesimiz çıkmaz. Nasılsa her güne yeni bir sürprizle uyanıyoruz. Milletçe alışığız bu durumlara. İki günde unutur gideriz. Dava falan açıp uğraşmayız çünkü uğraşsak da sonuç alamayacağımızı biliriz. Hem ne diyceksin; bu milyon dolarlık şirket benim blogumu kapattı mı? Tam Fatmagül’ün suçu ne durumu yani. Neyse işte olan yine biz insancıklara oluyor. Tekrar edeyim. Mesele blog taşıma meselesi değil. Mesele sisteme ve onun üyelerine güvensizlik, inançsızlık ama en çok da böyle bir haksızlık ve saçmalık karşısında sözün bittiği yere gelmek, saplanıp kalmak. Demokrasi içinde başka çareler aramak zorunda bırakılmak. 

Basit, temiz ve sakin yaşamak için ne yapalım paramızı yastık altında mı saklayalım, TV yerine radyoda arkası yarın (hala var) programlarını mı dinleyelim, internet başında oturmak yerine komşuya misafirliğe mi gidelim. Blog yerine kilitli bir defter alıp günlük mü tutalım. (aaa eskiden günlükler kilitli olurdu, gizli, özel şeylerdi, başkasının günlüğünü okumak ayıptı  falan ne acayipmiş!!) ve sistemin güdücüleriyle tüm ilişkimizi keselim mi?  Para kaybettiğinde Digiturk’ün nasıl panik olduğunu gördük. Şimdi biz değil onlar kaybeder diyebiliriz.

Digiturk’un yerinde olsam, bir arama motoru da ben yapardım. Blog servisine de facebook’da olduğu gibi reklâmları yüklerdim. Maç yayınlarından kaybettiğimi - ki kaybettiğini sanmıyorum- kat be kat kazanırdım böylece insanlarda benden nefret etmezdi. (Ama şimdiden söyliyim daha da digiturk den bişey almam, blog falanda açmam)

Neyse bu kadar zekâ sağlığa zarar. Ben önce yeni blogumu bir toparlayayım. Burası kapanana kadar  bir orda bir burda takılayım. 
Hayat böyle...