Haldun Taner, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Küçük Harfli Mutluluklar, On İkiye Bir Var |
Önce
Küçük Harfli Mutluluklar'ı okudum. Öyle iyi geldi ki anlatamam.
Hepsi birbirinden güzel dokuz hikaye. O kadar sade, içten, dürüst,
naif ve eğlenceliler ki; ama incelik, işte en çok özlediğim o
incelikmiş. Tanpınar'ı okurken de böyle hissetmiştim. Hiçbir
şeyi abartmadan, göze sokmadan, tam bir sağduyu örneği
göstererek hem dilde, Türkçe'nin kullanımında ve üslubundaki
inceliğiyle hem de karakterlerine karşı gösterdiği şefkatle,
her şeyiyle çok güzel, her şeyiyle öyle kararındaydı ki hayran
olmamak mümkün değil. Tabii ki hemen arkasından Şişhaneye
Yağmur Yağıyordu ve On İkiye Bir Var geldi.
Öykü
yazmaya 1945'de başlamış Haldun Taner, tiyatro ve kabare
sonrasında gelmiş. Oyunlarındaki gibi öykülerinde de satır
aralarına zarif bir hicivle yerleştirdiği dönemin sosyal ve
siyasi resmi, o günleri yaşamamış bizler için bile çok şey
ifade ediyor.
Hikayelerin
hepsini ayrı ayrı sevdim. Ama bazılarının yeri bir başka oldu;
Mesela
Atatürk Galatasaray'da; Atatürk'ün 1931'de Galatasaray lisesini
ziyaretini anlatıyor. Yaşanan heyecanı, ilk izlenimleri;
"O
gün, orada, onun karşısında çocuk kafamın koyduğu ilk teşhis
şu oldu: Bu gözlerden hiçbir şey kaçmaz arkadaşlar. Bu adam
kandırılamaz, aldatılamaz. Bu adam mugatalaya, laf cambazlığına
papuç bırakmaz. Bu adam bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı
olmayan, bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye sezen bambaşka
bir insandır."
Ve
en sevdiğim kısmı;
"Atatürk
mektepten ayrılmak üzere iken paydos trampeti çaldığından
hepimiz bahçeye boşandık. Rahmetli, maiyetindeki mutat zevata bir
şeyler söyledikten sonra talebe kalabalığının ortasına
dalıverdi. O, tek başına, ortamızda, maiyetindeki zevat ise
geride, çok geride, mektebin iki kanadı da açılmış cümle
kapısına yürümeye başladık. Atatürk, yüzünü daha iyi
görebilmek için yengeç gibi yampiri yampiri hatta gerisin geri
yürüyen bir sürü çocuğun arasında, iki eli ceketinin iki yan
cebinde, gururlu ve gülümser ilerliyordu."
Sonra
tabii ki diğer hikayeler; bahçesine heykelini diktirmek isteyen
tiftik tüccarı, Japon gülü tohumlarını almak üzere bir cesaret
Maltepe'den Saraçhane'ye gitmek için yollara düşen Sebati bey,
sabah yürüyüşüne çıkan Sancho, belediye emektarı Kalender,
Ayak, Koçinalar, İznikli Leylek ve, ve diye saymaya başlayınca
birini diğerinden ayırmadığımı fark ettim. Kısacası kendinize
bir güzellik yapmak isterseniz ilk sıraya Haldun Taner öykülerini
yazabilirsiniz.
İstediği
şarkıyı dinleyebilmek;
"Ben
size bir şey söyleyeyim mi; hürriyetmiş, demokrasiymiş, insan
hakları imiş, hepsi fasa fiso bunların. İnan olsun böyle. Şu
baygın baygın hanımeli kokan İstanbul gecesi ve her evden
yıldızlı semaya yükselen şu çeşitli radyo sesleri yok mu, işte
hürriyet de bu, demokrasi de, insan hakları da. "Hürriyetin
tarifini yap" deseler bana, "hür adam radyosunda istediği
şarkıyı dinleyebilen adamdır" derim.