Schopenhauer, Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine |
Felsefe
tarihinin en kötümser filozofuyla birkaç saat geçirmek yaz
tatiliniz için hayal ettiğiniz şey olmasa gerek ama yine de fırsat
bulursanız bir ara okumanızı çok isterim. Özellikle de her gün
yenileri yayımlanan kitaplara yetişemeyip kendinizi çaresiz
hissediyorsanız, bir yığın güzel kitap ama çok az zaman
olduğu hissindeyseniz, yazmaktan zevk alıyor ve daha iyisini yapmak
istiyorsanız Schopenhauer'a kulak verebilirsiniz.
Okumak
hakkında söyledikleri belki ilk bakışta aykırı bir düşünce
gibi gelebilir ki bana öyle geldi, hatta biraz da kızdırabilir ki
beni kızdırdı ama beyefendinin karamsar ve asabi ruh halinin
arkasındaki gerçekçi insanı sevdiğimden bu konuda ona
güveniyorum.
Şöyle
ki, Schopenhauer, kitap okumanın faydaları konusunda bizim gibi ısrarcı değil. Tam tersine hem seçici olunması hem de okuma
süresinin azaltılması gerektiği kanaatinde. “Okurken bir
başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini
takip etmekle yetiniriz.” diyor ünlü filozof. Ve böylece
düşünmeyi bıraktığımız ve sürekli, her boş vakitte okumanın
üzgünüm ama bizi aptallaştırdığı görüşünde. Başkalarının
fikirlerini, düşünce akışlarını takip ederek “kendi
kendimize düşünme” yeteneğimizi kaybedeceğimizi, “ tıpkı
at üstünden inmeyen bir adamın yürümeyi unutması gibi”
düşünmeyi unutacağımızı söylüyor.
Benim de
hep yaptığım gibi daha biri bitmeden başka bir kitabın kapağıyla
flörte başlayanları da hiç hoş karşılamıyor. Art arda
okuduğumuz kitaplardan bize bir şey kalmayacağı çünkü “okunan
şeylerin ancak derin düşünmeyle” sindirilebileceği ve bu
yüzden kitapları ikinci kez hem de bitirir bitirmez yeniden
okumanın gerekli olduğu fikrinde. Tabii elinizdeki iyi bir kitapsa
bu geçerli çünkü;
“İyi
olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan
kendisine düstur edinmeli: çünkü hayat kısa ve hem zaman hem
dinçlik insan için sınırlı.”
Yazmak
üzerine;
Hani
bazen düşündüğünüz hatta yazdığınız şeyin tıpkısını
bir kitapta hem de önem verdiğiniz birinin kitabında okur ve
şaşırırsınız ya işte ikinci bölümü okurken bana da aynen
böyle oldu. Hem de birkaç kez. Önce Schelling ve Fichte hakında
yazdıklarıyla, sonra yazarlık ve üslup hakkındaki sözleriyle ve
tabi ki son olarak da aşağıdaki cümlelerle, tam o sırada
düşündüklerimi yazarak;
“ (...)ve
sonra hemen aynı düşüncelerin çok uzun zaman önce büyük
adamların eserlerinde dile getirildiğini görünce hoş bir
şaşkınlık içerisinde kalmışımdır.”
Schopenhauer'ın
yazarlık ve üslup üstüne yazdıkları bugün olsa kaç davaya
konu olurdu bilmiyorum. Lafını sakınmadan, böyle sert bir şekilde
yazdığına göre acaba üniversite yıllarımda aldığım,
defalarca tekrar tekrar başlayıp bıraktığım Copleston'ın Hegel
cildini mi okudu diye düşünmeden edemedim. Çünkü
Schopenhauer'ın Hegel'e ama özellikle de Fichte ve Schelling'e
söylediklerinden çok ama çok kızmış olduğu anlaşılıyor. Ki
bence;
“Schelling
ve Fichte'nin eserleri; ... derin ve bilimsel bir üslup tutturmaya
çalışırlar, öyle ki öbür tarafta okuyucu içi boş, düşünceden
yoksun, uzun, dolambaçlı cümlelerin uyuşturucu etkisiyle azap ve
işkenceler içerisinde kıvranır durur.” derken az bile yazmış.
Ama
Schopenhauer'ın kızgınlığı bu kadarla bitmiyor. İyi bir yazarı
diğerlerinden ayırmanın ipuçlarını ve dolayısıyla yazmak
isteyenlerin izlemesi gereken yolu da bu bölümde veriyor. Bu arada
ben de 9 yıl önce Flaubert'in ilk romanından bahsederken
yazdıklarımın benzerini Schopenhauer'ın kitabında görmenin
şaşkınlığını yaşıyorum. Tabi ki böyle yazamamıştım ama
kastetmek istediğim tam da böyle bir şeydi;
“Ayrıca
kendi başlarına hiçbir anlam ifade etmeyen, ne var ki belki
bunlardan bir şey anlayacak birisi çıkar umuduyla kimsenin sesini
çıkarmadığı cümleler, hatta uzun ve gösterişli cümleler
yazarlar.”
“Şu
halde birinci kural yazarın söyleyecek bir şeyinin olmasıdır,
hatta iyi bir üslup için neredeyse bu kendi başına yeterlidir.”
“Düşünme
kabiliyetine sahip bir insan her zaman kendisini açık, sarih,
anlaşılabilir ve kapalılıktan uzak sözcüklerle ifade edebilir.
Güç, karanlık, çetrefil ve ikircikli ifadelere başvuran yazarlar
kesinlikle söylemek istedikleri şeyin ne olduğunu tam olarak
bilmiyorlardır; onun hakkında belki sadece müphem bir bilince
sahiptirler, ki hala kendisini düşünceye yerleştirmeye çabalar;
keza bunlar aynı zamanda gerçekte söyleyecek hiçbir şeye sahip
olmadıklarını kendilerinden ve başka insanlardan gizlemeyi arzu
ederler.
Diyerek
devam eden, hepsini şuracığa eklemek istesem de fazlasıyla
uzattığım için yazamadığım ama eli kalem-kitap tutan herkesin
okumasını tavsiye edeceğim şahane bir yazı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder