“Doğanın
ne kadar azla yetindiğini görmek harikulade bir şeydir.” Michel
Eyquem De Montaigne (1533-1592)
Kurt
Vonnegut'un romanları, dönme dolaba baş aşağı binmek gibi, yani
hiç denemedim tabii ama ilk aklıma gelen böyle bir şey. Ayrıca
sıcak, içten, uçarı, heyecanlı, ironik ve her şeye rağmen
merhametliler. Mezbaha No:5 savaş hakkında okuduğum en etkileyici
romandı. Galapagos ise gelecekte -ki işaretlere göre bu pek de
uzak olmayabilir- yaşamamız muhtemel, tersine evrimin şahane bir
öngörüsü.
Burada
eski dostum Schopenhauer'ı anmadan geçemem. O, hayatın bize
sunduğu şeyin, ıstırap ve can sıkıntısı arasındaki “az
veya çok şiddetli” bir salınım olduğunu, hatta “birinden
yakamızı sıyıracak kadar talihli olma ayrıcalığımızın
düzeyinin bizi diğerine yaklaştıracağını” söylüyordu. İyi
haberse Kurt Vonnegut'dan geliyor. Tüm sorunlarımızın,
“kısıtlanmaya da boş bırakılmaya da” dayanamayan “aşırı
büyük beyinlerimizden” kaynaklandığını iddia eden yazar, bir
milyon yıl sonra nihayet huzura ereceğimizin müjdesini veriyor.
Şöyle
oluyor;
Darwin'le
birlikte anılan Galapagos adalarına yapılacak doğa gezisinin
hareket noktası, Ekvador ülkesinin en büyük limanı Guayaquil' de
başlıyor hikayemiz. Bu yolculuk için özel olarak yapılan Bahia
de Darwin gemisi hemen hepsi ünlü şahsiyetlerden oluşan
yolcularını beklerken ortalık karışıyor. Ekvador, Kolombiya ve
Peru iflas ediyor. Ülkeler birbirine savaş açıyor. Kıtlık ve
ekonomik kriz bir anda dünyayı sarıyor.
“Meksika,
Şili, Brezilya ve Arjantin de aynı şekilde iflas etmişti. Endonezya, Filipinler, Pakistan, Hindistan, Tayland, İtalya,
İrlanda, Belçika ve Türkiye'de öyle.”
Durum
böyleyken “Asrın doğa gezisi”nin iptal edildiği, Jacqueline
Kennedy, Rudolf Nurayev, Mick Jagger, Paloma Picasso vs. vs. gibi
davetlilere haber veriliyor. Ama o kadar da ünlü olmayan ve
halihazırda şehre gelmiş bir biyoloji öğretmeni, bir
dolandırıcı, Japon bilgisayar dehası ve hamile karısı, geminin
görünüşteki kaptanı, bir yatırımcı, kızı ve onun köpeğinden
oluşan küçük grup kendilerini bu kargaşanın tam ortasında
buluyor. Tabii bu küçük gruba bir anda dahil olan altı Kanka-bono
kızını da unutmamak gerek.
Tepelerine
bombalar düşmeye başlayan kahramanlarımızdan bir kısmı,
tamamen yağmalanmış, pusulasız ve telsizsiz bırakılmış gemiye
binmeyi başarıyor. Amaçları bir an önce tehlikeden uzaklaşıp
en yakın adadan yiyecek aldıktan sonra kendi ülkelerine dönebilmek
olsa da bir süre başıboş dolaşan gemileri bir ada kıyısında
karaya oturup kımıldamamakta ısrar edince kurtarılmayı
beklemekten başka çareleri kalmıyor. Ama hem gemilerinin bir Peru
savaş uçağı tarafından yok edildiği sanıldığından hem de
Frankfurt kitap fuarında ortaya çıkan bir virüs hızla yayılarak
insan türünün sonunu getirmek üzere harekete geçtiğinden, kimse
onları bulmak için yola düşmüyor.
Ve
böylece her şey yeniden başlıyor. Galapagos'un en uzak adası,
şirin mi şirin mavi ayaklı Sümsük kuşlarının yuvası, Santa
Rosalina'ya ulaşan Kaptan Adolf von Kleist, Hisako Hiroguchi, Selena
MacIntosh, Kanka-bono kızları ve tabii ki doğa ana Mary Hepburn,
bir milyon yıllık evrimden sonra makul ölçüdeki beyinleri ve
yüzgeç ayaklarıyla, hindistan cevizi ağaçlarının gölgelediği
bembeyaz kumsallarda huzurlu bir hayat sürecek olan yeni insan
neslinin temellerini atıyor.
Vonnegut
bu şahane romanı 1985'de yazmış. O zamandan beri, aşırı büyük,
yalancı, güvenilmez ve şeytani beyinlerimiz muhtemel sonumuzu
biraz daha hızlandırmaktan başka bir şey yapmadı. Yazarın da
söylediği gibi dünyanın en az üç bölgesinde sürekli devam
eden savaşlar hala var, artan silahlanma da cabası. Afrika kıtası
hala açlıkla mücadele ediyor. İnsanlar, Kavimler göçünü
andıran yığınlar halinde yer değiştiriyor, küresel iklim
değişikliği ciddi bir tehdit olarak önümüzde dururken yine
tıpkı Vonnegut'un söylediği gibi Güney Amerika ekonomik
krizlerle boğuşuyor. Eh bizim durumumuz da malum.
Ama
bence sonun yaklaştığının en önemli belirtisi başka yerde. Bir
bilimkurgu yazarının öngörüsü müdür yoksa malum mu olmuştur
bilmem ama romanın henüz ilk sayfalarında kaybettiğimiz Japon
bilgisayar dehası Zenji'nin icadı, bin dilde tercüme yapabilen,
hastalıkları teşhis eden, belli bir yılda meydana gelen tüm
olayları sıralayabilen, iki yüz oyunun kuralını, elli farklı el
sanatının temel ilkelerini, edebiyatın sevilen 20 bin alıntısını
hatırlayabilen cep bilgisayarı Mandarax'dan çok daha gelişmiş
aletlerin artık hepimizin cebinde olması sadece bir tesadüf mü?
Bu işaretleri düşününce Vonnegut'un öngördüğü son
gerçekleşir mi bilinmez ama bir konuda yanılmadığını şimdiden
söyleyebilirim. Tüm sorunlarımızın kaynağı olarak gördüğü
aşırı büyük beyinlerimiz, her şeye, geçmişimize,
“korkulacak çok şey olmasına” rağmen hala yeni bir
“Beethoven'ın Dokuzuncu Senfoni'si yazabileceğine”, “İnsanların
iyi hayvanlar olduklarına ve sonunda her şeyi halledip
yeryüzünü yeniden cennet bahçesine çevireceklerine” inanmaya
devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder