Kısa
bir Flaubert arasından sonra Julian Barnes'a devam. Flaubert'in
Papağanı'nı okuduktan sonra bir koşu, yazarın diğer kitaplarına
saldırmış ama burada yazmaya fırsat bulamamıştım. Sırada,
Barnes'ın 2011 Man Booker ödüllü romanı Bir Son Duygusu var.
Roman,
bir hastanenin kütüphanesinde gönüllü olarak çalışan, kendi
halinde, sessiz sakin bir hayat sürdüren emekli tarihçi Tony
Webster'ın ilk gençlik yıllarına ait anılarıyla başlıyor.
Liseyi birlikte okuduğu, felsefi çıkışlarıyla farklı biri
olduğunu hissettiren arkadaşı Adrian'da bu anıların merkezinde
yer alıyor. Tony'nin yaklaşık kırk yıl öncesini hatırlamaya
başlamasınınsa bir sebebi var. Okul yıllarında birlikte olduğu
ve sonrasında Adrian'la yakınlaşan kız arkadaşı Veronica'nın
sadece bir kez gördüğü annesinden kalan miras. Küçük bir
miktar para ile beklenmedik bir şekilde genç yaşta intihar eden
Adrian'nın günlüğü. Tony kendisine bırakılan günlüğü almak
için yasal yolları deneyip bir sonuç alamayınca, yıllardır
görmediği eski kız arkadaşı Veronica'yla iletişime geçer.
Geçmiş yeniden ordadır ama pek de Tony'nin anılarındaki gibi
değildir.
Anımsanan
geçmişin ne kadarı bizim kurgumuz ya da kendimiz için
yarattığımız imge gerçeklikle ne kadar örtüşüyor? Peki,
hayatımız ya da biz olduğumuzu sandığımız gibi değilsek.
Günün birinde kendimize kurduğumuz dünya bir anda tuzla buz
olursa ve elimizde bize çok yabancı bir insan ve hayat kalırsa? Ve
tabii en kötüsü de artık bir şeyleri değiştirmek, hatta
pişmanlık hissetmek için çok geçse? Gençliğin
hayalleri, yaşlılığın pişmanlıklarıyla birleştiğinde ortaya
Julian Barnes'dan yaşam dersleri çıkıyor. Belki bazılarımız
pişmanlık duymanın çok geç olmadığı bir noktadan hayatı
yakalarız.
“Yirmisindeyken hedefleriniz ve amaçlarınız konusunda kafanız karışık ve kesinlikten yoksun olsanız da yaşamın kendisinin ne olduğu konusunda, yaşamda ne olduğunuz ve ne olabileceğiniz konusunda güçlü bir duyguya sahipsinizdir. Daha sonraları... daha fazla belirsizlik, daha fazla görüş değiştirme, daha fazla sahte anılar olur. O zamanlar, kısa yaşamınızı bütünlüğü içinde anımsayabilirsiniz. Daha sonraları, bellek, parça parça bir şey olur çıkar. Bu tıpkı biraz, uçakların bir kaza sırasında olan bitenleri kaydetmek için taşıdıkları şu kara kutular gibidir. Eğer hiçbir şey olmazsa teyp kendini siler. Bu yüzden eğer gerçekten kaza yaparsanız, bunu niçin yapmış olduğunuz bellidir; eğer yapmazsanız, yolculuğunuzun seyir defteri çok daha belirsizdir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder