reklam 1

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Puslu Kıtalar Atlası; İhsan Oktay Anar



Freud'u şimdilik bir kenara bırakıp Aristoteles'den Descartes, Berkeley ve Kant'a, psikolojiden felsefeye, Tatlı Rüyalardan, Puslu Kıtalara geçelim. İhsan Oktay Anar'ın ilk ve sanırım en ünlü romanı Puslu Kıtalar Atlası, 1995 yılında yayımladıktan sonra 52. baskısını 2015 yılında yapmış. Amat, Efrasiyab'ın Hikayeleri, Kitab-ül Hiyel, Suskular ve Yedinci Gün ise Anar'ın diğer romanları.

Yazar, büyük ses getiren Puslu Kıtalar Atlası'nda bizi tarih kitaplarında rastlayamayacağımız başka bir İstanbul'a götürüyor. Eminönü'nde Galata'da, Pera'da, korsanların, külhanların gittiği meyhanelerde, dilenci loncalarında, karanlık sokaklarda, gizli tünellerde dolaştırıyor. Casuslardan, hırsızlara, ayı oynatıcılarından rüya yorumcularına, kumarbazlara, tarikat rahiplerine türlü çeşit insanla tanıştırıyor; sonra her şeyin mümkün olduğu masallara, ömrünü uyuyarak geçiren ya da gözünü bile kapatamadan ülke ülke gezerek derdine çare arayanların hikayelerine, Aristoteles'in fiziğinden, Descartes'in şüphelerine ve nihayet Uzun İhsan Efendi'nin düşlerine dahil oluyoruz. Dünya işlerinden elini eteğini çekmiş, ara sıra kapısına gelip kendileri için istihareye yatmasını isteyen komşuları ve oğlu Bünyamin dışında kimsesi olmayan Uzun İhsan Efendi, fırtınalı denizler, korsan saldırıları ya da hastalıklarla uğraşmadan dünya haritası çizmek için çok daha zahmetsiz bir yol keşfetmiş; düşlerini. Ama günlerden bir gün Rendekâr diye birinin yazdığı Zagon Üzerine Öttürme adındaki çeviri kitapla tanışınca İhsan Efendi'nin rüyaları da, düşünceleri de başka bir biçim alıyor. Bundan sonrasında kim uykuda kim uyanık, kim rüya kim gerçek, işler biraz karışıyor.


Psikolojik rüyalardan felsefi rüyalara geçerken, tabi kendi bölümüm olduğu için biraz da taraf tutarak; Tatlı Rüyalar'da psikoloji Profesörü Fişek'in biraz alayla söylediği “Düşlüyorum öyleyse vardır” cümlesinin felsefe için gayet ciddiye alınabilecek bir fikir olduğunu hatırlatmak isterim. Mesela bir filozof çıkıp her gün gördüğümüz dünyanın aslında var olmadığını, her şeyin bizim algımızda, düşüncemizde olup bittiğini söyleyebilir. Kendi varlığımıza dair sadece inanca sahip olabileceğimizi, dış dünyanın varlığını ise asla kanıtlayamayacağımızı, hatta dış dünya diye bir şeyin olmadığını da. Başka bir filozof da çıkıp sadece dünyanın değil, ben diye bir şeyin de olmadığını iddia edebilir. Yani belki psikolojide değil ama felsefede bütün bunlar ve daha fazlası olabilir. Bu yüzden içinden felsefe geçen bir romanda da;

Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz”

gibi cümleler gayet doğal olarak yazılabilir. Ve işin güzel tarafı kimse, bunları söyleyen karakterin tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünmez. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder