2009
Man Booker, 2013 Nobel Edebiyat ödülü dahil bir çok ödül sahibi
olan Alice Munro, “Çağdaş kısa öykülerin ustası” ve
“Kanada'nın Çehov'u” olarak tanınıyor. İlk kitabı 1968'de
yayımlanan yazarın sayabildiğim kadarıyla ondan fazla öykü
kitabıyla bir de romanı var. Munro, 2012'de yine bir öykü derlemesi olan
Dear Life'ı yayımladıktan sonra maalesef emekliliğini ilan etmiş.
Can yayınlarından çıkan Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk,
Evlilik' de ikisi sinemaya uyarlanan dokuz öyküyle, Alice Munro,
sıradan Kanada'lı kadınların evrensel hikayelerini anlatıyor.
Diğer
kitaplarını okumadan hakkında yargıda bulunmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama Alice Munro'nun en azından bu kitapta, o çok sevdiğim soğuk nevale,
aşırı gerçekçi yazarlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Karakterine mesafeli, okurunun
sezgisine güvenen, şiirselliğin, duygusallığın cazibesine
kapılmayan, sessizce ilerleyen ve acımasız. Bu yüzden
kısa süre öncesine kadar öykü okumaktan pek hazzetmeyen, türün
acemisi biri olarak, yorum yazabilmek için Munro'nun öykülerini
iki-üç kez okuyup, iyice sindirmeyi beklemek zorunda kaldım.
Abartıyor muyum bilmem ama şu an ki hislerim böyle.
Okuyanlardan yorumları duymayı çok isterim.
Kitaptan
bahsederken sanırım biraz cinsiyet ayrımcılığı yapacağım.
Beyler alınmasın ve tabi ki özellikle ve mutlaka kitabı okusunlar ama bence Munro'nun öylesine, zahmetsizce
anlattığı öykülerini hissetmek için bir parça kadınlık
sezgisi gerekiyor. Anlamak diyemiyorum zira öykülerin
anlaşılmayacak bir yanı yok. Hatta bazılarını bitirdiğinizde
“eee bu kadar mı?” diye düşünebilirsiniz. Bu durumda ben
hislerinize danışın derim. İlk düşüncenin arkasında çok daha
fazlasının öykünün etrafında koşturduğunu fark edebilirsiniz.
En azından benim tecrübem böyle oldu.
- Erkekler sizi anlamazlar, yani canları isterse belki biraz ama çoğunlukla bunun için çaba harcamazlar. Diyelim ki anladılar o zaman da istedikleri gibi anlarlar. Gerçi genelde sizi dinlemediklerinden, zaten her şeyi bildiklerine ve sizi de sizden iyi tanıdıklarına emin olduklarından bu gayet normaldir. Bir süre sonra kendinizi anlatmaya çalışmaktan vazgeçersiniz ki bu belki de en başında yapmanız gereken şeydir.
- Kader, şans, kısmet ya da evren. Adına ne diyorsanız, hayatınızdaki en büyük rolü oynar. İplerin elinizde olduğunu düşündüğünüz anlarda bile kendi ağlarını örer.
- Sessizlik çoğu zaman en yakın arkadaşınız ve sırdaşınızdır.
- Beklenmedik anlarda gelen mutluluk kısacıktır ve pek sık karşınıza çıkmaz. Sakın küçümsemeyin. Sıkı sıkı sarılın. Akıl sağlığınızı ancak o anları yeniden hatırlayarak koruyabilirsiniz.
- Aşık olduğunuz insanla evlenmeniz biraz zordur. Diyelim ki evlendiniz, kısa süre sonra ya ona aşık olmadığınızı ya da onun size aşık olmadığı anlarsınız. Aşka güvenmeyin.
- Hayatınızın çoğunluğu bir aldatmaca içinde geçer. Kendinizi, başkalarını ya da her ikisini birden aldatırsınız hatta aldatmak zorunda kalırsınız.
Öykülerdeki
ortak noktalardan bazılarını çok kabaca böyle özetleyebilsek de
sanırım Munro'nun en etkileyici yanı kadın yalnızlığını
hissettirmedeki ustalığı. Başka bir dünyanın kadınlarıyla
yalnızlık üstünden bağ kurabilmenizi sağlaması.
Söyledikleri ve söylemedikleriyle size kendi yalnızlığınızı göstermesi.
“Aslında
yapmak istediği şey incelemeye devam etmek değil, yere, muşambanın
ortasına oturmaktı. Saatler boyunca oturup bu odayı seyretmek
değil de, içine gömülmekti. Onu tanıyan, ondan bir şey isteyen
hiç kimsenin olmadığı bu odada kalmaktı. Burada uzun, çok uzun
zaman kalmak, giderek keskinleşip hafiflemekti, bir iğne kadar
hafif olmaktı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder