“Kimse toplum dışı sayılmak, sürülmek, zindana atılmak ve kovulmak tehlikesiyle karşı karşıya değildi. Bu nedenle Montaigne, kuşağımıza çoktan kırıldığına inandığımız birtakım zincirleri koparmak için anlamsızca çaba harcıyormuş gibi gözüküyordu; ama kaderin bu zincirleri, üstelik her zamankinden daha katı ve acımasız bir biçimde yeniden hazırladığının farkında değildik.”
Yirmili yaşlarında, özgürken, önündeki, sınırsız umut vaat eden uzun hayata bakarken, Montaigne'in Denemeler'i, Zweig için edebi değerinden öte bir anlam taşımaz. Dünya artık 16. yüzyılın karanlıklarını aşmış, değişmiştir. Özgürlük bireylerin doğuştan sahip oldukları bir haktır. Onun için yapılan mücadeleler, din adamlarının ve yöneticilerin hırslarına kurban edilen milyonlarca insan, hepsi geçmişte, yüzyıllar öncesinde kalmıştır. Artık düşündüklerini söyleme ve yazma özgürlüğüne sahiptirler. Aslında 19.yüzyılda bunun aksinin olduğu bir dünya aklına bile gelmez.
Ama
şartlar çok çabuk değişir. 1940'la gelindiğinde yaşam hayal
bile edemeyeceği kadar güçleşir. Zweig, Nazi dehşeti yüzünden
ülkeden ülkeye göç etmek zorunda kalır. Ama sanırım yaşadığı
duygusal çöküntünün yanında bunun lafı bile olmaz. Nazilerin
uyguladığı kitlesel vahşet karşısında, insan olarak kalmak,
akıl sağlığını korumaya çalışmak çok da kolay değildir.
İşte tam da bu yüzden, çocukluğuna dair ilk anıları,
sokaklarda yaşanan toplu kıyımlar olan ve hayatının sonuna kadar
da, salgın hastalıklardan daha çok insanı yok eden mezhep
kavgalarının tam ortasında ayakta kalmaya çalışan Montaigne'i
anlamaya başladığını, onunla duygudaşlık kurduğunu söyler.
“Montaigne, bu kader ortaklığından sonradır ki benim için onsuz edemeyeceğim bir yardımcıya, teselli kaynağına ve dosta dönüştü. Çünkü kaderi bizimkine gerçekten çok benziyordu.”
Stefan
Zweig, Nazi dehşetinden kaçarak gittiği Brezilya'da, çıldırmış
dünyadan uzaklaşmak için, insanlığın yine sınavdan geçtiği
başka bir zamanda, dört yüz yıl öncesinde, insan olarak kalmayı
başarmış bir dosta sarılır. Montaigne biyografisi Zweig'ın
ölmeden önce üzerinde çalıştığı üç eserden biri olur. Ona
göre Montaigne, “...dünyadaki
her homme
libre'nin
yani her özgür
insanın ilk
atası, koruyucusu ve dostu, bu yeni, ama yeniliğine rağmen
sonrasız bilim dalının, kendini her şey ve herkes karşısında
ayakta tutabilme biliminin en iyi öğreticisi” dir.
Montaigne'in
denemeleri tek bir konuya yoğunlaşmıştır. “Ben” ve Ben'in
özü”. Sürekli kendini, tepkilerini, duygularını, düşüncelerini
inceleyerek bir anı diğerini tutmayan benliğinin izini sürer.
Bunları felsefe ve tarihin süzgecinden geçirir, denetler,
yorumlar.
“Montaigne'in aradığı hem kendi belirginleşme biçimlerini saptamak isteyen, içimizde olan “Ben” dir, hem de öteki, hepimizde ortak olan yandır. Tıpkı Goethe'nin ilk bilgiyi araması gibi, Montaigne de ilk insanı, katıksız insanı, kişiliği henüz hiçbir şeyin damgasını taşımayan, ön yargıların, yarar düşüncelerinin gelenek ve göreneklerin, yasaların etkisiyle yozlaşmamış arı biçimi arar.”
Korku
ve umuttan, kendini beğenmişlik ve gururdan, kör inançlardan,
kamplaşmadan, dünya görüşlerinden, ihtirastan, paradan,
bağnazlıktan, sabit fikirden, hırstan, şehvetten, aileden,
çevreden özgür kalarak kendi benliğini bulmaktır amacı. Çünkü
“Kendisi
için özgür düşünen, yeryüzündeki bütün özgürlükleri de
onurlandırmış olur.”
İnsan, ancak
bunlardan kurtulabilirse, kendi Ben'ini “devlete,
aileye, çağa, koşullara, paraya, varlığa ait olmaması gereken
“Ben”i”
bulabilirse yeryüzündeki çeşitliliği, çokluğu ve aynı zamanda
birliği görebilir. Özgürlüğün götüreceği yer Montaigne' de olduğu gibi aklın yolunu izlemektir. Ön yargıların etkisinde
kalmadan, her şeye aynı tarafsızlıkla ve hoşgörüyle
yaklaşmaktır. “Yaşamaktan
sevinç duymaktan başka bir hedefi olmayan Ben”
i yaratmaktır, “insanın
kendi kendisi olmayı bilmesidir”, “kişiliğini korumayı ve
kendine özgü biçimde yaşamayı başarmasıdır”.
Ne yazık ki dünya bugün de ne Montaigne'in ne de Zweig'ın
dünyasından daha özgür ve güvenli değil, hiç olmamış
ve muhtemelen hiçbir zaman da olmayacak. İşte bu yüzden Stefan Zweig'ın
yazdığı gibi;
“Montaigne'in bundan yüzlerce yıl önce söyledikleri, kendi bağımsızlığını koruma peşinde olan biri için geçerliliğini ve doğruluğunu hep korumaktadır. Bizlerin en çok teşekkür borçlu olduklarımız ise şu sırada yaşadığımız gibi insancıl olmaktan uzak zamanlarda içimizdeki insanı güçlendirenler, sahip bulunduğumuz ve asla yitirilemeyecek tek şeyden, kendi “Ben”imizden vazgeçmememiz konusunda bizi uyaranlardır. Çünkü yeryüzünde özgürlüğü yayabilenler ve ayakta tutabilenler yalnızca herkes ve her şey karşısında kendi özgürlüklerini koruyabilenlerdir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder