Pnin, Vladimir Nabokov |
Değerli
hediyeler küçük paketlerde verilir derler ya; Nabokov da aynen
öyle yapmış. Kocaman bir karakteri ve çok leziz bir hikayeyi,
küçücük bir pakete sığdırmış, üstelik bir yığın
sürprizle beraber. Pnin'i okurken sadece iyi bir hikaye
okumuyorsunuz. Tekniği ve kurgusuyla, Nabokov'dan edebiyat dersi de
alıyorsunuz. Bir yandan karakterin yaratılmasında gösterilen
ustalık, diğer yandan yabancı bir dilde edebiyat ürünü veren
yazarın kelime oyunları ve şiirsel betimlemeler yapacak derecede
bu dile hakimiyeti, hem hikayeden hem de sanatsal bir üründen keyif
almanın hoşluğunu yaşatıyor.
Kendisi
de göçmen olan ve Amerikan üniversitelerinde ders veren Nabokov,
Bolşevik devriminden sonra Rusya'dan Paris'e giden (yolu bir ara
İstanbul'a da düşmüş) 2. Dünya savaşının başlamasıyla
Amerika'ya yerleşip bir kolejde Rusça dersleri veren Prof. Timofey
Pnin'in hikayesini, yeni ve diline pek hakim olmadığı dünyada
başına gelen komik durumları, “ Pninsi” davranışlarını,
Rusya ve Paris' deki hayatını, yurtsuz bir çocuğun, savaş
yıkıntıları arasında kalan anılarını, anekdotlardan oluşan
dairesel bir kurguyla anlatıyor.
“Dalgın olan dünyaydı, Pnin'e onu yola sokmak düşüyordu. Yaşamı parçalanan, kendisine saldıran, işlemeyi reddeden ya da onun varoluş alanına girdiklerinde hınzırca gözden yiten, duyusuz nesnelerle sürekli bir savaştı.”
Konferans
vermek için yakındaki bir şehre gitmeye çalışırken yanlış
trene binen Pnin, ilk andan itibaren aldığı her türlü önleme
karşın sürekli zor durumlara düşen, beceriksiz, sakar ve
takıntılı biri imajı yaratıyor. Anlatıcının, “dostum”
dediği Pnin için sürekli “zavallı” kelimesini kullanması,
alaycı ve kimi zaman küçümseyici cümleleri de bu algıyı
güçlendiriyor. Diğer yandan ise garip davranışlarıyla okuldaki
öğretmenlerin ve öğrencilerin de alay konusu olan Pnin'in
çocukluğu ve savaş yıllarında yaşadıkları, onun komik
görüntüsünün ardındaki insana karşı sempatiyle karışık bir
şefkat ve hayranlık hissi uyandırıyor.
Romanın
hemen başlarında,
“Bazı
kimseler -ben de onlardan biriyim- mutlu sonlardan nefret ederler.
Kazık yemiş gibi oluruz biz. Aslolan zarara uğramaktır. Felaket
geliyorum derse gelmelidir. Aşağıdaki köye ramak kala duran çığ,
yalnızca doğaya değil ahlaka da aykırı davranmıştır. Bu uysal
ihtiyarı yazıyor değil de okuyor olsaydım, onun Cremona' ya
varınca konferansının bu cuma değil, öbür cuma olmasını
yeğlerdim.”
diyerek
güvenimizi kazanan anlatıcımızın, kelebeklere meraklı, ünlü
bir yazar olduğunu öğrendiğimiz an romanın dönüm noktalarından
biri. Nabokov daha önce Rua, Dam, Vale romanında şöyle bir
görünmüştü. Ama bu kez anlatıcı olarak, Amerika'da yaşayan
ünlü bir Rus yazar kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Üstelik
Pnin'in, kişisel nedenlerle hiç de hoşlanmadığı bir hemşehrisi
olarak. İkisi arasında geçen konuşmalardan anıların pek de
güvenilir şeyler olmadıkları sonucuna varıyoruz. Böylece bize
de o ana kadar okuduklarının ne kadarının doğru olduğunu
düşünmek kalıyor. Anlatıcı (Nabokov da olsa) ne kadar
güvenilir? Bununla da bitmiyor. Romanın ikinci dönüm noktasına
geldiğinizde o ana kadar okuduğunuz her şeyi sorgulama, geriye
dönük bir okuma yapma gereği hissediyor ve Nabokov'un sizin için
hazırladığı ipuçlarını görmeye başlıyorsunuz.
Bu
kısacık romanda Amerikan akademik hayatı, eski ve yeni Rusya, daha
bir sürü şey ve tabi ki yine psikanaliz Nabokov'un eleştirel
bakışından payını alıyor. Ama bu alaycılığın altında çokça
da özlem ve kızgınlık var. Doğduğu, büyüdüğü ama artık
tanıyamadığı ülkesine, birçoğu savaşta, kamplarda ölmüş,
geride kalan sevdiklerine karşı duyduğu özlem ve milyonlarca
insana yaşatılan acılara duyulan kızgınlık.
“(...) ama kişi kendisine dürüst davransa, Mira'nın ölümü türü olayları olanaklı kılan bir dünyaya hiçbir vicdanın, yani hiçbir bilincin dayanması beklenemezdi de ondan. Kişi unutmak zorundaydı-çünkü o güzel gözleri, gülümseyişi ve arka planında o bahçeler ve karlar uzanan bu zarif, kırılgan, sevecen genç kadının- bir ölüm kampına sığır arabasıyla yollandığını, geçmişin alacakaranlığında, dudaklarınızın altında atışını duyduğunuz ince kalbine saplanan bir fenol iğnesiyle öldürüldüğünü anımsayarak yaşayamazdınız. Ölüm şekli belirtilmediğinden Mira, kişinin kafasında birçok kere ölüyor, yeniden bir daha, bir daha ölmek için kaç kereler diriliyor (...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder