reklam 1

2 Kasım 2014 Pazar

Pnin, Vladimir Nabokov

Pnin, Vladimir Nabokov




Değerli hediyeler küçük paketlerde verilir derler ya; Nabokov da aynen öyle yapmış. Kocaman bir karakteri ve çok leziz bir hikayeyi, küçücük bir pakete sığdırmış, üstelik bir yığın sürprizle beraber. Pnin'i okurken sadece iyi bir hikaye okumuyorsunuz. Tekniği ve kurgusuyla, Nabokov'dan edebiyat dersi de alıyorsunuz. Bir yandan karakterin yaratılmasında gösterilen ustalık, diğer yandan yabancı bir dilde edebiyat ürünü veren yazarın kelime oyunları ve şiirsel betimlemeler yapacak derecede bu dile hakimiyeti, hem hikayeden hem de sanatsal bir üründen keyif almanın hoşluğunu yaşatıyor.  

Kendisi de göçmen olan ve Amerikan üniversitelerinde ders veren Nabokov, Bolşevik devriminden sonra Rusya'dan Paris'e giden (yolu bir ara İstanbul'a da düşmüş) 2. Dünya savaşının başlamasıyla Amerika'ya yerleşip bir kolejde Rusça dersleri veren Prof. Timofey Pnin'in hikayesini, yeni ve diline pek hakim olmadığı dünyada başına gelen komik durumları, “ Pninsi” davranışlarını, Rusya ve Paris' deki hayatını, yurtsuz bir çocuğun, savaş yıkıntıları arasında kalan anılarını, anekdotlardan oluşan dairesel bir kurguyla anlatıyor.

Dalgın olan dünyaydı, Pnin'e onu yola sokmak düşüyordu. Yaşamı parçalanan, kendisine saldıran, işlemeyi reddeden ya da onun varoluş alanına girdiklerinde hınzırca gözden yiten, duyusuz nesnelerle sürekli bir savaştı.”

Konferans vermek için yakındaki bir şehre gitmeye çalışırken yanlış trene binen Pnin, ilk andan itibaren aldığı her türlü önleme karşın sürekli zor durumlara düşen, beceriksiz, sakar ve takıntılı biri imajı yaratıyor. Anlatıcının, “dostum” dediği Pnin için sürekli “zavallı” kelimesini kullanması, alaycı ve kimi zaman küçümseyici cümleleri de bu algıyı güçlendiriyor. Diğer yandan ise garip davranışlarıyla okuldaki öğretmenlerin ve öğrencilerin de alay konusu olan Pnin'in çocukluğu ve savaş yıllarında yaşadıkları, onun komik görüntüsünün ardındaki insana karşı sempatiyle karışık bir şefkat ve hayranlık hissi uyandırıyor.


Romanın hemen başlarında,

Bazı kimseler -ben de onlardan biriyim- mutlu sonlardan nefret ederler. Kazık yemiş gibi oluruz biz. Aslolan zarara uğramaktır. Felaket geliyorum derse gelmelidir. Aşağıdaki köye ramak kala duran çığ, yalnızca doğaya değil ahlaka da aykırı davranmıştır. Bu uysal ihtiyarı yazıyor değil de okuyor olsaydım, onun Cremona' ya varınca konferansının bu cuma değil, öbür cuma olmasını yeğlerdim.”


diyerek güvenimizi kazanan anlatıcımızın, kelebeklere meraklı, ünlü bir yazar olduğunu öğrendiğimiz an romanın dönüm noktalarından biri. Nabokov daha önce Rua, Dam, Vale romanında şöyle bir görünmüştü. Ama bu kez anlatıcı olarak, Amerika'da yaşayan ünlü bir Rus yazar kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Üstelik Pnin'in, kişisel nedenlerle hiç de hoşlanmadığı bir hemşehrisi olarak. İkisi arasında geçen konuşmalardan anıların pek de güvenilir şeyler olmadıkları sonucuna varıyoruz. Böylece bize de o ana kadar okuduklarının ne kadarının doğru olduğunu düşünmek kalıyor. Anlatıcı (Nabokov da olsa) ne kadar güvenilir? Bununla da bitmiyor. Romanın ikinci dönüm noktasına geldiğinizde o ana kadar okuduğunuz her şeyi sorgulama, geriye dönük bir okuma yapma gereği hissediyor ve Nabokov'un sizin için hazırladığı ipuçlarını görmeye başlıyorsunuz.


Bu kısacık romanda Amerikan akademik hayatı, eski ve yeni Rusya, daha bir sürü şey ve tabi ki yine psikanaliz Nabokov'un eleştirel bakışından payını alıyor. Ama bu alaycılığın altında çokça da özlem ve kızgınlık var. Doğduğu, büyüdüğü ama artık tanıyamadığı ülkesine, birçoğu savaşta, kamplarda ölmüş, geride kalan sevdiklerine karşı duyduğu özlem ve milyonlarca insana yaşatılan acılara duyulan kızgınlık.
(...) ama kişi kendisine dürüst davransa, Mira'nın ölümü türü olayları olanaklı kılan bir dünyaya hiçbir vicdanın, yani hiçbir bilincin dayanması beklenemezdi de ondan. Kişi unutmak zorundaydı-çünkü o güzel gözleri, gülümseyişi ve arka planında o bahçeler ve karlar uzanan bu zarif, kırılgan, sevecen genç kadının- bir ölüm kampına sığır arabasıyla yollandığını, geçmişin alacakaranlığında, dudaklarınızın altında atışını duyduğunuz ince kalbine saplanan bir fenol iğnesiyle öldürüldüğünü anımsayarak yaşayamazdınız. Ölüm şekli belirtilmediğinden Mira, kişinin kafasında birçok kere ölüyor, yeniden bir daha, bir daha ölmek için kaç kereler diriliyor (...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder