reklam 1

3 Eylül 2018 Pazartesi

Dişlerimin Hikayesi; Valeria Luiselli



“Dünyanın en iyi müzayedecisiyim ama kimse bilmez, çünkü ihtiyatlıyımdır. Adım Gustavo Sánchez Sánchez, gelgelelim herkes bana Otoban der, beni sevdiklerinden olsa gerek. İki kadeh rom içtikten sonra Janis Joplin taklidi yapabilirim. Kısmet kurabiyesi yorumlayabilirim. Tıpkı Kristof Kolomb gibi bir yumurtayı masanın üstünde dikine durdurabilirim. Japonca sekize kadar sayabilirim: ichi, ni, san,shi, go, roku, shichi, hachi. Sırtüstü yüzebilirim.”

1983 doğumlu Meksika'lı yazar Valeria Luiselli'nin 2011'de yayımlanan ilk romanı Kalabalıkta Yüzler'in ardından Dişlerimin Hikayesi de yine Siren yayınevi tarafından basıldı. Genç yaşına rağmen latin edebiyatının önemli isimleri arasında şimdiden sağlam yer edinen Luiselli, felsefe, edebiyat ve sanatı pek de alışık olmadığımız bir şekilde birleştirmiş ve ortaya kaçırılmaması gereken bir roman çıkarmış.

Şahane hikayelerle dolu, şaşırtıcı, oyuncaklı bir roman olan Dişlerimin Hikayesi, küçük yaşlarda koleksiyonerliğe gönül veren, Gustavo Sánchez Sánchez namı-diğer Otoban'ın, meyve suyu fabrikası bekçiliğinden müzayedeciliğe uzanan kariyeri sırasında elde ettiği dişlerinin biyografisini konu ediniyor. Hayata pek de iyi bir başlangıç yapamayan Otoban biraz şans, biraz kaderin cilvesi ama en çok da yeteneği sayesinde hem amacına ulaşır yani çok istediği dişlerine kavuşur hem de hayal ettiği başarıyı yakalar. Bu arada bazı şeylerden de vazgeçmek zorunda kalır ki en önemlisi oğlu Siddhartha'dır. Yıllar sonra oğlu ile yolları yeniden kesiştiğinde kendisini bir intikam planının içinde bulan Otoban, çok sevdiği dişlerini kaybetse de ayağa kalkmayı ve yoluna devam etmeyi başarır. Üstelik bu kez dişlerinin hikayesini yazacak ve kaybettiklerini geri almasına yardım edecek kişiyi de bulmuştur.

Otoban sıradan bir müzayedeci değildir, kendine özgü yöntemleri olan bir sanatçı ya da onun cümleleriyle söylemek gerekirse “ ... her şeyden önce güzel hikayelere aşık bir adam, iyi bir hikaye koleksiyoncusu”dur.

İşte bu yüzden, kilise için düzenlediği ve eski dişlerini satışa sunduğu müzayedede Otoban, Platon'dan Augustinus ve Montaigne'e, Rousseau'dan Virginia Woolf ve Jorge Francisco Isidoro Luis Borges'e uzanan isimlerle ilgili türlü çeşit hikayeler anlatır. İsimleri satışa çıkardığı “dolaylama Gustavo'lar”adındaki çembersel müzayedesinde Gustave Flaubert'ten, Gustave Klimt'e ünlü Gustave'lar yer alır. Meyve suyu fabrikasının müzesinden çaldığı modern sanat eserleri için yazdığı  “Ecatepec Alegorileri” ise “objelerden çok onlara anlam katan hikayelerin satıldığı” en başarılı işlerinden birisi olur.

Ama Dişlerimin Hikayesi bu kadarla bitmiyor ve sonunda okuyucuyu bir sürpriz bekliyor. Bunu bozmamak için detaylara giremiyorum. Ama kısaca romanın, sanat eserleri özellikle de modern sanat objeleri ve bunların değeri üzerine çok yaratıcı ve keyifli bir yorum getirdiğini ve bunu da edebiyat ve felsefeyi işin içine dahil ederek harika bir şekilde yaptığını söyleyebilirim. Romanı bitirdikten sonra doğal olarak ilk aklıma gelen Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi romanı ve tabi ki müzesi oldu. Tek başlarına anlamları olmayan nesneleri bir bağlam içine yerleştirerek müzede sergileyen Orhan Pamuk'un romanı bir sergi kataloğu olarak okunabilir miydi?  Okunabilirse edebi değerinden bir şey kaybeder miydi? Onu ne olarak adlandırmamız gerekirdi? Bir roman mı yoksa bir sergi kataloğu mu? Peki ya müzede sergilenen objeler? Roman olmasa yani Valeria Luiselli'nin söylediği gibi bağlamlarından koparılsalar onları nasıl anlamlandırırdık? vb. vb.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder