Téa
Obreht, 25 yaşında yayımlanan romanı Kaplanın Karısı'yla
2011'de New Yorker dergisinin 40 yaşın altındaki en iyi yazarlar
seçkisine girmiş ve aynı yıl Orange ve Page des Libraries ödülünü
almış. Belgrad doğumlu yazar, savaş sırasında ailesiyle
birlikte Kıbrıs ve Mısır'a ardından da Amerika'ya yerleşmiş.
Bir ilk roman olan Kaplanın
Karısı, Yugoslavya'yı bölen savaş ile Balkan topraklarına
sinmiş gizemli hikayeleri, gelenek ve efsaneleri iç içe geçen bir
kurguyla anlatıyor. Savaş sırasında çocuk olan Natalia, her şey
bittikten sonra idealist bir doktor olarak gittiği sınırın öteki
tarafında, büyükbabasının ölüm haberini alıyor ve ondan kalan
birkaç parça eşyayı bulup evine geri götürmek için artık yabancısı sayıldığı topraklarda anılar,
efsaneler ve yıkımdan geriye kalanlar arasında bir yolculuğa
çıkıyor. Çocukluk ve ilk gençlik yılları nispeten güvenli bir
şehirde geçse de alıştığı yaşantısının nasıl değiştiğini,
savaşın gölgesindeki hayatını, bunların nasıl yavaş yavaş kaybolduğunu, büyükbabasını, Ölmez Adam Gavran Gailè, Şifacı,
Mora, Ayı Darisa ve tabi ki Kaplanın Karısı'yla bunları birbirine
bağlayan tüm diğer hikayeleri Balkanların büyülü atmosferi
eşliğinde anlatıyor.
Tıpkı
romanın kahramanı Natalia gibi, Müslüman bir büyükanne ve
Hıristiyan bir büyükbabanın yanında yetişen yazar, her ne kadar
savaş sırasında ülkede olmasa da, savaşın etkilerini, kayıp ve
parçalanmışlık duygusunu, farklı dinlere inansalar da birlikte
aynı topraklarda yaşayan, aynı kaderi paylaşan, evlenen, aile
olan, aynı sofraya oturan insanların böylesine şiddetli bir
şekilde kopuşunun ardından her şeyin nasıl değiştiğini,
savaş, yıkım ve kayıplar karşısındaki çaresizliği
hissettirmeyi başarıyor. Özellikle Sarobor'da, bombalar atılmadan
hemen önce, büyükbabanın Ölmez Adam'la yeniden karşılaştığı
geceyi anlattığı sahnede;
“Sarobor'a girdim ki el ayak çekilmiş. Gece oluyordu.Türk mahallesinde, bizimkilerin Marhan vadisindeki fabrikayı top ateşine tuttuğunu duyabiliyor, tepenin üzerindeki ışıkları görebiliyordum. Bir sonraki adımın ne olacağı belliydi, neyin geldiği biliniyordu. Herkes biliyordu, bu yüzden dışarda kimseler yoktu, pencelerde hiç ışık yoktu. Yemek kokusu vardı; insanlar karanlıkta oturmuş yemek yiyorlardı. Öyle dolu dolu bir akşam yemeği kokusuydu ki, bana her şeyin sonuna gelindiğinde duyulan mantıksız arzuları düşündürdü – kuşatma söz konusu olursa diye yiyecek ayırmak yerine, nehir boyunca dizilmiş evlerinde ziyafet çekiyorlardı; gaz lambaları, patatesleri ve yoğurtları vardı masalarında. Nane ve zeytin kokuları alıyordum; arada bir pencerelerin önünden geçerken kızartma sesleri duyabiliyordum. Sarobor'da yaşadığımız zamanlarda, dışarıdaki büyük söğüt ağacına bakan pencerenin önünde büyükannenin yemek yapışını hatırlatıyordu.” (sf. 301)
Canlı betimlemeleri, usta işi kurgusu, samimi anlatımı ve birbirinden ilginç hikayeleriyle Kaplanın Karısı, şöyle
bir süreliğine buralardan uzaklaşmak istediğinizde iyi gelecek romanlardan.
(romandan bir yemek denemek isterseniz;Tavuk Paprikash
(romandan bir yemek denemek isterseniz;Tavuk Paprikash
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder